Antalya Düşünce Platformu (ADP), 2023’ün ocak ayında Antalya’nın sosyal, kültürel, ticari faaliyetlerin gelişimine katkıda bulunmak, Antalya’yı yerel, ulusal ve uluslararası ölçekte yeterliliğe sahip insanların faaliyetlerini takip etmek ve öneriler sunmak adına kurularak, iş, bilim ve değişik hizmet alanlarında faaliyet gösteren iş insanlarından oluşuyor. ADP ve Konya Büyükşehir Belediyesi iş birliğinde Bülent Ecevit Kültür Merkezi’nde düzenlenen Kültür Sanat Paneli’ne katılım yoğun oldu. Ressam Natavan Aliyeva’nın resim sergisi ve karakalem çalışmasıyla, Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin 1. Antalya Yörük-Türkmen Festivali Sanat Çalıştayı Yörüklük sergisiyle programın açılışı gerçekleştirildi. Akabinde şef Zera Vareldzhi yönetiminde Konyaaltı Belediyesi’nin Dostluk Korosu’nun saygı duruşu ve İstiklal Marşı okunan program İzmir Marşı’yla devam etti. ‘Öz Kültür ve Yörüklülük’ konulu 1’inci panel Doç. Dr. Fatih Uslu moderatörlüğünde gerçekleşti ve panelin konukları sanatçı Sümer Ezgü, Kutsal Kaynak, İsmail Oskay, Boran Eser Kavaz oldu. Öğr. Gör. Ali Bedel moderatörlüğünde gerçekleşen ‘Kültür Beşiği ve Antalya’ konulu 2’nci panelin konukları ise Zera Vareldzhi, Natavan Aliyeva ve Shabnam Majd oldu. ADP Başkanı Okan Özkırmızı, “Biz tamamen gönüllülük esasına göre çalışıyoruz. Biz yaşadığımız kentte olan bitene kayıtsız kalamadığımız için toplumsal olarak Antalya’nın gelişmekte ve büyümekte olduğunu rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Bunu tabi ilkemizdeki gerçekleri ortaya koymak için konunun uzmanlarıyla konuşmak istiyoruz. Çünkü biz Antalya ile ilgili bir şey konuşacaksak bunu Antalyalı olanlardan, konunun uzmanlarıyla konuşmayı doğru buluyoruz. Bazen yörüklerle ilgili programlarda yörük olmayanların konuk edildiğine şahit oluyoruz. Bunun dışında kalmak ve ilkemize bağlı kalmak için bugün bizi kırmayan, bize tevazu gösteren tam 9 tane konuğumuzla bir aradayız. Bütün konuklarımıza ayrı ayrı teşekkürlerimi sunuyorum” dedi.
‘Göçebeyi kullanmayalım’
Doç Dr. Fatih Uslu, Anadolu ve Türk tarihinde üç isimden bahsederek, Yörük tarihi hakkında şöyle konuştu: “Birinci isim Oğuz Ata. Biz Anadolu Türklerinin çoğunluğu Oğuz Ata’nın torunlarıyız. Bu Oğuz Ata konusu biraz karmaşıktır. Bazıları Oğuz Yabgu üzerine konuşur. Ancak biz daha çok Mete Han üzerine yoğunlaşıyoruz. İkinci isim Bilge Kağan. O da taşa Türklüğü kazıyan ve bugün hala Toroslardaki yörüklerin kullandığı ağızla yazılan eski Türk Türkçesi yazıları olduğu için Bilge Kağan’dır. Üçüncü isim de Gıyaseddin Keyhüsrev. Bugün Antalya’mızı bize Türk yurdu yapan, Antalya’mız için kıymetli olan Gıyaseddin Keyhüsrev. 2300-2400 yıllarından bu yana hızla gelmemiz için bu isimlerden bahsettim. İşin yörüklük kısmına geldiğimiz zaman Türklerin konargöçer, asabiyetini kaybetmemiş gerek mevcut kültüre gerekse dinsel ve tinsel öğeleri üzerinde barındıran Oğuz Ata’nın konargöçer çocuklarına verilen bir isimdir. Fakat konargöçerlik son yüzyılda yavaş yavaş kaybedilmiş ve yerleşik hayata geçilmiştir. Yörüklükte esas olan konargöçer olmaktır. ‘Göçebe’ kelimesini doğru bulmuyoruz. Çünkü yaylak ve kışlak Yörük kültürü için çok önemlidir. Akdeniz Üniversitesi’nde 2016 yılında kurmuş olduğumuz Yörük Kültürü Araştırma Merkezi özellikle Türkiye’de yörük kültürünün akademiye geçmesinde çok önemli bir mihenk taşı olmuştur. Bu da Türkiye’de ilk kez Akdeniz Üniversitesi’nde olmuştur. Akdeniz Üniversitesi birçok konuda olduğu gibi bu konuda da öncü olmuştur. Diğer taraftan bu kültürü yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak önemli. Bunun için biz Akdeniz Üniversitesi’nde Üni-Yör Topluluğu kurduk ve bu topluluk üç günde 3 bin 500 üye yaptı. Ancak pandemi nedeniyle topluluğumuz faaliyetlerini yarıda bırakmak zorunda kaldı.”
‘Yörüklük bir üst kimliktir’
Burdur doğumlu ve yörük olan sanatçı Sümer Ezgü, yörüklükle ilgili düşüncelerini şöyle aktardı: “Düğünlerde davullar zurnalar oturak alemlerinde çalarken ağlayan adamların ve zeybek oynayan tek kişilerin sokaklarda oynarken kulağıma ilişen denizin dibinde haçan demeden önce türküsüyle sonra Mustafa abimiz vardı. Bana ‘Gel’ dedi, ‘sana türkülerin hasını öğreteceğim’ dedi. ‘Yörük’ lafının sadece hamaset bir sözcük olmadığını kavradım. Mesela siyasetle hiçbir ilgisi yoktur. Yörük diyenlere ‘faşist kafatasçı’ diyorlar. Bizim Bekir abimiz vardı, CHP belediye başkanıydı. Yani bu işin böyle siyasetle falan ilgisi yok. Bir üst kimliktir Yörük olmak. Bunun ırkçılıkla ilgisi yok. Aslında her kültür bir yaşam biçimidir ya da her yaşam biçimi bir kültürdür. Bence artık Yörükler eskisi gibi Mersin'in dışına, Karakeçili örüklerin dışına öyle bir göç falan kalmadı. Yani bu da yanlış bir politikadır. Yörükler, yerleşik yaşama zorlandı. Oysa bir Yörük aile, binlerce hayvan yetiştiriyordu ve ülke ekonomisine katkı sağlıyordu. Ve bu insanlar mevsimlere göre yayla yayla böyle yukarı çıkıyorlardı. İşte derler ya guguk kuşu ötmeye başlayınca bu abuk subuk yörükler sinyal alır oradan. Bahar gelmiştir artık. Yavaş yavaş hazırlanırlar. Yörük göçü de kadındır hani. Biraz önce dediğim gibi kültür hamaset değildir. Yörük göçünün başındaki kadın olması, Türklerin kadına verdiği değerin önemidir.”
‘Yaşanmışlıklar daha değerli’
“Göçen Yörükler döndükleri zaman tekrar o uzayan otlara gelmeleri gerekiyor. Yani doğayı yeterince tüketirler; bu çok önemlidir. Dolayısıyla bugünün değer yargısına göre doğa severler buna mecburdur. Çünkü doğayla iç içe yaşadıkları için doğanın dilini bilirler. Biz eskiden öyle gördük. Yani suları böyle yollara döküp gezdik. Ağaç diplerine götürürlerdi bizi. Bu bir doğa sever refleksi. Fidanın ne demek olduğunu, ağacın, yeşilin ne demek olduğunu bilen bir bilgedir. Bunu aynı şekilde Kızılderililer’de görebilirsiniz, Aborjinlerde görebilirsiniz. Altay dağlarında görebilirsiniz. Yani doğayla iç içe yaşayan insanlarda görebilirsiniz. Kırda çok kadim bir bilgi vardır. Yaşanmışlık sonucu elde edilen bilgiler masa başındaki bilgilerden çok daha değerlidir. Çünkü masa başındakiler onları araştırır ve kitaba geçerler. Mesela en iyi yoğurdu otelcilik okulundan mezun kızımız yapamaz. En iyi yoğurdu köydeki Ayşe Teyze yapar. Çünkü o denenmiştir. Zaten o, deneye deneye bilinir ya da Yörükler göçerken hayvanları bahçelere girer. Onlar kavgayla, dövüşle vakit geçirmek ve mahkemeyle vakit geçirmek istemezler. Çünkü mevsimi kaçırmamak gerekiyordur. Yani refleksleri onu bugünün değer yargılarına göre kavgacı değil de barışsever yapmıştır. Ve dağları kavga için, savaş için değil, üretim için kullanırlar. Bunların hepsi bakın bir yaşam biçiminin değerleridir. Yani Yörüklüğü sadece bir teke oynatması, Yörük falan demekle sınırlandırmak, yazmamız gerekiyor. Çünkü artık Yörükler dağda yaşamıyorlar. Yörükler belediye başkanı oldu, Yörükler milletvekili oldu, Yörükler doktor oldu, Yörükler öğretmen oldu, mühendis oldu. Yani artık Yörükler kente göçtü ama kente göç etmesiyle elde edilmiş o bilgi ve bilgilerin unutulması da gerekmiyor. İşte bu zaman yerel yönetimlere çok büyük görev düşüyor arkadaşlar. Bizim büyükşehir ve ilçe yönetimleri için bütün Türkiye'de geçerli.”
ARZU YAVUZ