Antalya bir tarım ve turizm kenti

Hiç şüphe yok ki, madencilik insan ve toplum hayatında vazgeçilmez bir yer tutar. Tarih boyunca gelişmiş ülkelerin sahip oldukları teknoloji ve refah düzeyine ulaşmalarında en etkin rol oynayan faktörlerden biri bu olmuştur çünkü. Madencilik, özellikle tarım ile birlikte toplumların hammadde ihtiyaçlarını sağlayan iki temel üretim alanından birisi konumundadır.

Doğal kaynaklarını etkin bir biçimde kullanan gelişmiş ülkeler, var olan ekonomik güçlerini büyük anlamda buna borçludur. Gerek ekonomiye doğrudan yaptığı katkılar, gerekse ekonominin diğer alanlarına, özellikle imalat sektörüne sağladığı girdiler nedeniyle madencilik her dönem büyük öneme sahip olmuştur.

 

Doğru plan ve politikaların takip edilmesiyle sektörün üretim, istihdam vb. ekonomik göstergelere önemli katkılar sağlayacağı, özellikle imalat sanayi için itici bir güç olacağı elbette göz ardı edilemez…

Doğru plan ve politikalar…

İşin püf noktası işte tam burası…

 

Peki bizde böyle mi?

Yani biz madencilik hususunda doğru plan ve politikalar ortaya koyabiliyor muyuz?

Maalesef bu soruya evet demek mümkün görünmüyor. Örneklemeyi Antalya özelinde verecek olursak, tarım ve turizm kenti Antalya’da bugüne kadar verilen arama ve işletme ruhsatlarını kapsadığı alan neredeyse 6 bin kilometrekareye ulaşmış durumda. Ruhsatlı maden ocağı sayısının 1000’i aşmış olduğu belirtiliyor. Bir rivayete göre ise bu rakamın 3-4 katı…

 

Bu, kesinlikle doğru bir planlama veya doğru bir politika değil. Çünkü Antalya tarım ve turizmiyle öne çıkan bir şehir. Dünya turizminin önemli destinasyonlarından biri, Türk turizminin lokomotifi olduğu gibi özellikle örtülü tarımın da lider kenti. Yani bu şehir, madencilikten sağlanacak ekonomik gelirden çok daha fazlasını sağlayan iki önemli sektörde lider konumda. Ve her iki sektör için de çevresel değerler son derece önemli. Bir turizm ve tarım kentinde neredeyse coğrafyanın 4’te birini kapsayacak bir alanı maden arama ve işletme tesislerine açmak, bindiğiniz dalı kesmekle eş anlama geliyor.

 

Kısa yoldan zengin olmak isteyenlerin amacına hizmet ederek, bu kentin, bu ülkenin geleceğini yok etmeye kimsenin hakkı yok. Verilen tepkilere, yapılan eylemlere, hatta verilen canlara rağmen (ki, Finike’de çevreci Aysin-Ali Büyüknohutçu çifti sırf bu mücadeleleri nedeniyle karanlık odaklar tarafından katledilmişti) hala umarsızca, ısrarla maden ocağı ruhsatları veriliyor olması anlaşılır gibi değil.

Bazı siyasetçiler için bu işin ciddi bir rant kapısı olduğuna yönelik iddia ve duyumlar ise resmen midemizi bulandırıyor.

Dikkatimizden kaçmayan ve yadırgadığımız bir başka husus da, Antalya Valisi sayın Münir Karaloğlu’nun sayıları her geçen gün biraz daha artan bu maden ocaklarına karşı en ufak bir tepki vermemesi. Oysa valilerin, kurulması düşünülen maden ocaklarını çevreye zararlı bulduğu takdirde iptal etme yetkileri var. Ben şahsen sayın Karaloğlu’nun bu yetkiyi kullandığını hiç duymadım veya şahit olmadım.

 

Netice olarak; Önce bu kente hangi gözle bakıldığının netleştirilmesi lazım. Antalya bir tarım ve turizm kenti mi, yoksa bir maden kenti mi olacak buna karar verilmesi lazım. Bu kent turizm ve tarım girdileriyle ülke ekonomisine ciddi katkılar sağlıyor ise (ki, öyle) o halde doğru politika madenciliği buradan uzak tutmak olacaktır.