Barınmak bir lütuf değil

Abone Ol

Yüksek enflasyonla ‘fırsatçılığın’ kolbaşı gittiği ülkemizde ‘kira krizi’ giderek büyüyor. Öyle bir noktaya geldik ki, artık bir evin kapısını çalmak bile cesaret istiyor. Çünkü kiralık bir ev aramak, yaşam alanı bulmaktan çok bir ekonomik gerilim filmi izlemek gibi. Kiralar uçmuş, gelirler yerinde saymış, piyasa kendini unutturacak kadar başıboş bırakılmış. Kira sorunu öyle büyüdü ki, sadece dar gelirliyi değil, memuru, işçiyi, hatta iyi maaş aldığını düşünen beyaz yakalıları bile zorluyor. Bir zamanlar öğrencilerin ev bulamaması konuşulurdu, şimdi öğretmen, hemşire, mühendis bile geçinemediği için kiralık evden vazgeçip aynı odada iki kişi kalmanın yollarını arıyor. Orta sınıf, göz göre göre eritiliyor, üst ve alt sınıf arasındaki uçurum her geçen gün biraz daha büyüyor.

Garip ve acı olan ise bu gidişatı yıllardır herkes görüyor olmasına rağmen politika üretenler görmüyor. Ya da görmezden geliyor…

Bu kriz elbette bir anda ortaya çıkmadı. Yılların biriktiği sorunları var. Kontrolsüz konut fiyatları, yatırım aracı haline dönüştürülmüş evler, denetlenmeyen piyasalar, popülist düzenlemeler vs. hepsi elbirliğiyle büyüttü… Konut, sosyal bir hak olmaktan çıkıp tamamen ticari bir ürüne dönüştürüldü. ‘Arz-talep dengesi’ gibi soyut bahanelerin arkasına saklanılarak insanların hayatı matematiksel bir grafik haline getirildi.

Oysa o grafiklerin arkasında hayatlar, aileler, umutlar var ve ne yazık ki onları gören yok…

Son yıllarda dile getirilen, kulağa hoş gelen çözüm önerilerinin çoğu maalesef kağıt üzerinde iyi duran başlıklardan ibaret. Sosyal konut deniyor, yapılan projeler hem yetersiz hem de erişilemez fiyatlarda. Kira sınırlaması getiriliyor, denetimi yok. Boş konut vergisi öneriliyor, gerçek anlamda uygulanmıyor. Piyasa kendi haline bırakıldıkça güçlü olan daha da güçleniyor, dar gelirli daha da çok eziliyor…

Bir ülkenin ekonomik yönetimi, vatandaşının başını sokacak bir ev bulup bulamayışıyla ölçülür. Ev kiralarının bir yıl içinde iki katına, üç katına hatta daha fazla artması ‘normal piyasa hareketi’ değil, yönetilemeyen bir ekonominin sonucudur. İnsanların maaşının yarısını, hatta fazlasını kiraya vermek zorunda kalması sadece ekonomik değil, sosyal bir çöküştür aslında.

Bu çöküşü görmek yerine, krizi yokmuş gibi göstermek ‘çözüm’ diye öne sürülüyor. Oysa dünya bu sorunu yıllar önce tartıştı ve kalıcı modeller geliştirdi. Kamusal konut anlayışı, kooperatif sistemleri, kira tavanları, sosyal konut havuzları, boş ev vergileri vs… Birçok ülkede başarı da elde edildi ancak bizde hala ‘piyasa kendi kendini düzenler’ safsatasıyla vatandaş avutuluyor.

Kira krizi artık sadece cebimizi değil, toplumsal dengemizi de tehdit ediyor. İnsanlar taşınacak ev bulamıyor, gençler kurduğu düzeni sürdüremiyor, aileler gelirlerinin neredeyse tamamını kiraya gömüyor. Böyle bir tabloda ‘gelecek planı’ yapmak mümkün mü?

Mümkün değil. Çünkü barınma sorunu yaşayan bir ülke, geleceğe dair umut üretemez.

Daha önce birçok yazıma konu ettim; gençler artık ‘hayal bile kuramıyor’…

Gerçek şu ki;

Barınmak bir lütuf değil, vatandaşın devletten en temel beklentisidir.

Ve bir ülkede insanlar ev bulamıyorsa, o sorun vatandaşın değil, sistemi yönetenlerin sorunudur.

Kira krizi, ağır bir ekonomik uyarıdır. Bu uyarıyı duymazdan gelmeye devam eden bir ülkenin, toplumsal huzuru uzun süre koruması mümkün değildir.