Sabah klavyenin başına geçtim.
Ne yazayım diye düşünürken birden son günlerde yaşanan acıları hatırladım.
Ama bunu yazmak öyle kolay değildi.
Nasıl yazayım.
13 yaşında ekmek almaya giderken bombaya basarak ölen bir çocuğu nasıl yazayım.
Evinin bahçesinde oynarken düşen bir havan topu yüzünden bedeni parçalanmış 7 yaşındaki bir minik yüreği nasıl yazayım.
Damda uyurken yaralanan ve uyandığında annesinin öldürüldüğünü gören küçük kızı nasıl yazayım.
Nöbeti bitmiş eve giderken öldürülen sağlık görevlisini nasıl yazayım.
Hayatının baharında ölen doktoru nasıl yazayım.
Annesinin, babasının, eşinin, çocuğunun, kısacası sevenlerinin yolunu beklediği askerin şehit edilişini nasıl yazayım.
Polisin pusuya düşürülmesini nasıl yazayım.
Siz de bana hak verdiniz değil mi?
Ciğeri yanan anneleri, babasız kalan çocukları, evinin direğini kaybeden kadınları yazmak kolay değil.
Ama bu gerçekler hemen yanı başımızda, ülkemizde yaşanıyor. Maalesef yaşanacak gibi de görülüyor. Ancak buna bir dur demek gerekir. Barışı haykırmak lazım. Hem de en gür sesle. Yoksa canlar yanmaya devam eder.
Doktor ölüme sevinir mi?
Bir doktor düşünün…
Bir meslektaşının ölümüne sevinsin.
Sevinmenin ötesinde bir de “Kitap okumuş ama cahil kalmış bir insandan kurtuldu dünya” şeklinde açıklama yapsın.
Siz de bir doktorun bir başka doktorun ölümüne sevindiğine inanmadınız değil mi?
Ama gerçek ve o doktor hakkında haklı olarak soruşturma açıldı.
Bunu bir doktor yapıyorsa varın gerisini siz düşünün.
Peki nasıl oldu da biz bu kadar tahammülsüzleştik.
Yukarıda saydığım nedenlerden ötürü böyle olduk. Yani çatışma ortamı bizi her gün biraz daha insanlığımızdan uzaklaştırıyor. Bu da işte bir doktoru bile taş kalpli yapabiliyor.