BEDENDE SIHHAT

Çocukluğumun belki de en renkli ve en güzel anlarıdır Ramazan'da sahura kalkmak, o heyecanı yaşamak, davulun ritimli çalması ve İzmir'in yüksek dağlarında yankı bulması, Ramazan telaşesi, önceden alışverişler insanların birbirlerine eli dolu gitmesi, pişirdiği aşı komşusuyla paylaşması, o heyecanlı koşuşturmalar... Kardeşlerimle kimin iftara kadar oruçlu kalabilmesinin yarışında olurduk. Ne büyük bir marifet gelirdi bize.  Hele sahura kalkmak... Annemin su böreği ve lavaş ekmeği, tok tutması için hurma tavası, yumurtalı pekmez helvası... Bunları yemek farklı bir haz veriyordu. 

Oruç nedire cevap verilecek olsa belli bir zaman dilimi içerisinde; yiyecek, içecek veya her ikisinden de kaçınma eylemidir. 

Oruca hemen hemen her dinde rastlanmaktadır. 

Belirli bir süre yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durma, perhiz yapma ya da belirli yiyecekleri yememe, sükût etme, ağzı ve kulağı yalandan ve kötü sözden koruma vb. şekillerde yerine getirilen oruç ne değerli... 

Herkes sofrasında misafir beklerdi davetli veya davetsiz.  

Komşular bir araya gelirdi, Allah ne verdiyse sofraya getirilirdi, sofralar zenginleşirdi. Her gün bir başka komşuda olunurdu ya da mahallenin bir ucundan bir ucuna sofralar kurulurdu. Komşular ve davetliler gelir; neşe içinde dualarla, top ve ezan sesleri arasında iftarımızı yapardık. 

Ramazan demek; dostluk, dayanışma, yakınlarla bir arada olma, küslüklerin giderilmesi olarak uygulanagelmiştir. İlişkilerin bu denli yozlaşmadığı, tüketim hırsı, savurganlık, gösteriş ve rekabet kültürünün hücrelerimize kadar işlemediği dönemde Ramazan menülerinin diğer zamanlardan çok fazla farkı olmaz, aynı zamanda dayanma gücü ve sabır duygularının gelişmesi için de bir araç olarak kullanılırdı. Çocuklar dayanabildikleri kadar aç kalır, böylece yokluğun, aç kalmanın ne demek olduğunu öğrenirlerdi. "Tekne orucu” kavramı çocukların açlığa dayanma sınırını belirlerdi. Çocuk çok acıkıp yemek yediği zaman morali bozulmasın diye tekne orucu tuttuğu ve orucunun kabul olduğu söylenirdi. 

Beyaz Gazetesi'nde çalışırken Marko Paşa (Ahmet Dökdök) ile beş yıl beraber oruç tutmak nasip oldu. Siyaset dünyasından, sivil toplum örgütlerinden, iş insanlarından etkin isimleri gazeteye konuk alırdık. O masanın etrafında hoş sohbetler eşliğinde iftarda buluşmaları yapılırdı. Ekmeğin, emeğin ve duyguların paylaşımıyla ibadet sonrası huzura durulurdu. Ahmet abinin sofradayken Gülten Hanım ile yarın iftarda ne yiyeceğiz planlaması herkesi kahkahaya boğardı.  Yüreği koca duayen gazeteci... Her insan kendine bir dünya yaratırdı. Sen çok yaşa Marko Paşa! 

Oruç tutmak sadece bizim ruhumuz ve bedenimizi değil, ailemizle, dost ve arkadaşlarımızla hatta bu alemle ile kurduğumuz ilişkileri bile iyileştirir. Hayırlı Ramazanlar.