BÜROKRATLARA 30 BİN TL. SEYYANEN ZAM TARTIŞMASI

Abone Ol

Türkiye’de kamu bürokrasisine verilen 30 bin TL’lik seyyanen zam, son haftaların en hararetli tartışma başlıklarından biri hâline geldi. Çünkü bu artışın yaratacağı mali yükün, doğrudan ya da dolaylı şekilde tüm halkın omuzlarında taşınacağı çok açık. Ekonomi yönetimi maaş dengesini yukarıdan kurmaya çalışırken, toplumun geniş kesimleri—özellikle emekliler ve asgari ücretliler—kendilerine reva görülen satın alma gücü kaybının günden güne büyüdüğünü söylüyor.
Aşağıdaki satırlar, söz konusu zammın politik, ekonomik ve toplumsal etkilerini; gelir dağılımı açısından doğurduğu çelişkileri, kamu maliyesine getireceği yükleri ve bunların emekli–asgari ücretli perspektifinden nasıl karşılandığını irdeleyen kapsamlı bir değerlendirmedir.
1. Bürokraside Ücret Sarmalı: Yukarıdan Yapılan Artışlar Neyi Besliyor?
Kamu yönetiminde “nitelikli personeli elde tutmak” gerekçesiyle yapılan yüksek oranlı zamlar, aslında uzun yıllardır Türkiye’nin ücret mimarisini yukarıdan aşağıya doğru bozan kronik bir mekanizmaya işaret ediyor. Bürokrasinin üst kademelerinde yapılan her seyyanen artış, orta kademe ile alt kademe arasındaki makası biraz daha açıyor; bu makas daha sonra tüm kamu sistemi içinde yeni “denge arayışlarını tetikliyor.
Bu kez de benzer bir tablo yaşanıyor:
30 bin TL’lik seyyanen zam özellikle yüksek dereceli uzman, daire başkanı, genel müdür yardımcısı ve benzeri kadrolarda ciddi bir gelir sıçraması yaratıyor.
Oysa öğretmen, hemşire, polis, mübaşir, memur gibi alt ve orta kademedeki yüz binlerce kamu çalışanı aynı oransal etkiyi yaşamıyor.
Bu yapı, ücret adaletindeki dikey uçurumu daha görünür hâle getiriyor.
Tam da burada, tartışmanın odağı halkın omuzlarına binen yük oluyor. Çünkü bu artışlar, doğası gereği kamu bütçesinden karşılanıyor ve bütçenin kaynağı vergi veren halk. Bu halkın büyük kısmı da ya emekli ya da asgari ücretli.
2. Emeklilerin Gözünden: “Bizim Payımıza Ne Düşüyor?”
Emekliler açısından tablo daha da çarpıcı. Türkiye’de milyonlarca emekli, halihazırda aylık 19 bin TL seviyesine sıkışmış bir taban gelirle yaşamaya çalışıyor. Temel gıda harcamalarının bile bu seviyeyi aştığı aylarda, bürokrasiye yapılan yüksek oranlı artışların emekli zammına yansımaması, toplumda haklı bir tepki yaratıyor.
Emeklilerin sıkça dile getirdiği sorular şöyle:
“Benim maaşım 19 bin TL’ye sabitlenmişken bir bürokratın maaşına 30 bin TL neden seyyanen ekleniyor?”
“Aynı bütçeden maaş alıyoruz; neden zam dağılımı eşit değil?”
“Bu kararlar alınırken bizim yaşam koşullarımız göz ardı mı ediliyor?”
Soru net:
Devlet, mali kaynakları öncelikli olarak hangi sosyal gruba yönlendirmeyi tercih ediyor?
Bu sorunun yanıtı, ekonomik gerçekliğin yanı sıra sosyo–politik bir duruşu da yansıtıyor: Türkiye’de emekli enflasyonu fiilen maaş artışlarının çok üzerinde; dolayısıyla bürokratik artış, emekli açısından “çifte kayıp” hissi yaratıyor:
Kendi maaşının reel değeri eriyor.
Başkalarının maaşındaki yüksek artışın maliyetini dolaylı vergiler yoluyla yine kendisi ödüyor.
3. Asgari Ücretlilerin Gözünden: Çalışan Yoksulluğunun Derinleşmesi
Türkiye’de çalışanların önemli bir kısmı asgari ücret seviyesinde veya çok az üzerinde gelir elde ediyor. Asgari ücrette yapılacak artışların “maliyet enflasyonu yaratmaması gerektiği” gerekçesiyle sınırlı tutulduğu bir dönemde, bürokratik ücretlerdeki büyük artışlar, gelir adaleti tartışmalarını daha da alevlendiriyor.
Asgari ücretlinin yaşadığı temel çelişki şu:
Bir kesim maaşına 30 bin TL tek kalemde eklenirken,
Asgari ücretli, maaş artışı için “işveren maliyeti”, “enflasyon hedefi”, “bütçe riski” gibi gerekçelerle sınırlanıyor.
Sonuç?
Çalışan yoksulluğu derinleşiyor. Asgari ücretli, markette, pazarda, ulaşımda artan fiyatlarla karşı karşıya kalırken, kamu görevlilerinin üst basamaklarında sağlanan gelir artışı, toplumun en kalabalık kesiminde moral çöküntüsü yaratıyor.
Bu durum, sosyal devlet açısından önemli bir kırılmaya işaret ediyor:
Devletin gelir politikası, toplumun en kırılgan kesimlerini değil, en güçlü ve organize kesimlerini koruyor görüntüsü veriyor.
4. Kamu Bütçesi ve Enflasyon Etkisi: Fatura Kime Kesiliyor?
30 bin TL’lik seyyanen zammın bütçeye yıllık yükünün milyarlarca lirayı bulacağı tahmin ediliyor. Kaynak bulunamadığında iki temel yol ortaya çıkıyor:
Vergilerin artırılması veya yeni vergiler getirilmesi
– Bu durumda yük yine halkın geniş kesimlerinin sırtına biniyor.
– Dolaylı vergilerin yüksek olduğu Türkiye’de, özellikle emekli ve dar gelirli gruplar bundan en çok etkilenenler oluyor.
Merkez Bankası kaynaklı parasal genişleme ya da borçlanma
– Bu seçenek enflasyonist baskıyı artırıyor.
– Artan enflasyon, en çok sabit gelirlileri vurduğu için, yine emekli ve asgari ücretli kaybediyor.
Diğer bir ifadeyle:
Yukarıdaki maaş artışının finansman yöntemi ne olursa olsun, toplumsal maliyet yukarıdan değil aşağıdan karşılanıyor.
5. Gelir Dağılımı Perspektifi: Makasın Açılması Ne Anlama Geliyor?
Türkiye’de gelir dağılımı uzun yıllardır bozulma eğiliminde. TÜİK ve akademik çalışmalar da bunu gösteriyor:
Ücretler üst gruplara doğru yoğunlaşıyor,
Orta sınıf daralıyor,
Alt gelir grupları ise giderek yoksullaşıyor.
30 bin TL’lik seyyanen zam, bu makasın en tepe noktalarında yeni bir genişleme yaratıyor. Toplumda “eşitlik” duygusunun zedelendiği her an, ekonomik krizin sosyal krizle birleşeceği bir dönemin kapıları aralanıyor. Çünkü gelir uçurumları yalnızca ekonomik gösterge değil, aynı zamanda bir adalet algısı göstergesi.
Bu adalet algısının zedelenmesi, yalnızca ekonomiye değil, demokrasiye, yönetime güvene, toplumsal huzura da zarar veriyor.
6. Halkın Tepkisi Neyi Gösteriyor?
Toplumun geniş kesimleri açısından mesele yalnızca “biri daha fazla aldı” meselesi değil. Asıl mesele, kimin daha fazla aldığı değil; kimin daha azla yetinmek zorunda bırakıldığıdır.
Halk, özellikle emekli ve asgari ücretli vatandaşlar, bu kararla birlikte şu duyguları yaşıyor:
“Biz değerli değil miyiz?”
“Bizim yaşam koşullarımız neden dikkate alınmıyor?”
“Devlet neden yukarıdakini koruyor, aşağıdakini değil?”
“Zamlar neden adil ve yaygın değil?”
Bu sorular, ekonomik bir politika tartışmasının ötesinde, devletle vatandaş arasındaki psikolojik sözleşmenin giderek zayıfladığını gösteriyor.
7. Ne Yapılmalı? Daha Adil Bir Ücret Politikası Mümkün mü?
Elbette mümkün. Türkiye’nin ekonomik ve sosyal dengelerini gözeten bir ücret reformu, şu temel ilkeler üzerine kurulmalı:
Seyyanen zamlar değil, kademeli ve alt gelir gruplarını önceleyen artışlar
Emekli maaşlarında taban ücret sisteminin yenilenmesi
Asgari ücrette yoksulluk sınırını gözeten bir hesaplama yöntemi
Kamu maaş mimarisinin yeniden düzenlenmesi: Üst düzey ile alt düzey arasındaki makas daraltılmalı
Bütçe yükünün doğrudan halkın temel tüketim kalemlerine yansımaması için vergi reformu
Ücret artışlarının enflasyonu beslemeyecek biçimde planlanması
Bu tür bir yaklaşım, yalnızca ekonomik istikrarı değil, toplumsal barışı ve sosyal devletin itibarını da güçlendirecektir.
Sonuç: Bir Zammın Ötesinde Bir Eşitlik Meselesi
Bürokratlara verilen 30 bin TL’lik seyyanen zam, Türkiye’de giderek belirginleşen bir gerçeği tekrar görünür kıldı:
Toplumun en kırılgan kesimleri, en güçlü kesimlerin maaş artışlarının maliyetini sırtlanıyor.
Bu durum yalnızca ekonomik açıdan değil, etik ve sosyal açıdan da derin bir tartışmayı hak ediyor. Çünkü bir ülkenin gelişmişlik seviyesi, en üsttekilerin ne kadar kazandığıyla değil, en alttakilerin ne kadar insanca yaşayabildiğiyle ölçülür.
Bugün Türkiye’de asıl soru şudur:
Bütçe politikaları, kimin hayatını kolaylaştırmak için kullanılıyor?
Emeklinin, asgari ücretlinin ve geniş halk kesimlerinin yanıtı nettir:
“Bu yük artık ağır geliyor.”
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
Zaferozcivan59@gmail.com