CHP; nereden, nereye? (2)

İttihat ve Terakki, her ne kadar resmi kayıtlarda 1918 itibariyle siyasi varlığına son vermiş görünüyorsa da, kadro ve ruh olarak bu topraklarda çok uzun yıllar canlı ve dahi etkili olmayı başardı. Milli mücadele tamamen İttihatçı kadrolar eliyle realize edildi. 1926’da büyük bir kırım ve tasfiye yaşadılar, hayattaki liderlerinin pek çoğu idam edildiler veya hapis cezalarına çarptırıldılar. Geri kalanlar da “siyasete tövbe ederek” sessizce bir kenara çekildiler. Ama yine de örneğin, o günlerde liderleri konumundaki Celal Bayar’ı 1938’de başbakan, 1950’de de cumhurbaşkanı yapmayı başardılar. Şurası açıktır ki, 1950’li yıllarda CHP ve diğer yandan Çankaya köşkü, İttihatçıların en önemli karargahı konumundaydı.  (Bazı yazarların 27 Mayıs’ın arkasında Celal Bayar vardır iddiasının gerekçesi de buna dayanır.)

İşte 1992’de CHP’yi yeniden açan ve koskoca SHP’yi tek hamlede yutmayı başaran kadro, İttihatçı-Kemalist unsurların yetiştirip siyasete soktuğu kadrodur. Ve nihayet Ecevit’in DSP’sinin de 2000’lerin başından itibaren siyaset sahnesinden çekilmesinden sonra, CHP, merkez soldaki tek parti olarak yoluna devam etti. Eğer 2000’li yıllardan itibaren siyaset sosyolojisi radikal bir şekilde değişmeseydi ve merkez-sağ dediğimiz alan sahneyi terketmeseydi, İttihatçı-Kemalist CHP yeniden hükümet olma şansını bu dönemde de yakalayabilecekti, ama tarihin seyri farklı ilerledi.

2010 yılına geldiğimizde, İttihatçı-Kemalist kadronun CHP’de tam hakim olduğu çok açık görünüyordu, Deniz Baykal’ın karşısına çıkacak aday bile yoktu ortalıkta. Ama Baykal’ın özel hayatına ilişkin bir kasetin servis edilmesi, gündeme atom bombası gibi düştü! Genel Başkan Deniz Baykal, istifa ettiğini bir basın toplantısıyla duyurdu. Yerine kimin geçeceği konuşuluyordu ki, Tunceli’de doğmuş bir kişinin adı birden bire öne çıktı; Kemal Kılıçdaroğlu. Gerçekten çok ilginç bir durumdu ve açıkçası 100 yıllık geleneğe de uymuyordu. Niçin Kılıçdaroğlu sorusu benim açımdan hala yanıtı olmayan bir sırdır, ama muhtemelen Deniz Bey, kısa süre içinde partiyi yeniden geri alacaklarını düşünüyordu ve “en zayıf” aktör olarak da, Kılıçdaroğlu’nu görüyordu.

Kılıçdaroğlu ile beraber o güne kadar CHP’ye soğuk bakan, hatta bu partiyi “militarist düzenin bir önemli unsuru” olarak tanımlayan liberal-sosyalist sol çevreler, radarlarını yeniden CHP’ye çevirmeye başladılar. Öncelikle “Baykalcılar” hedef tahtasına oturtuldu ve parti örgütlerinden süratle temizlenme cihetine gidildi. Kısa sürede bu program başarıyla tamamlandı. Doğrusunu söylemek gerekirse, İttihatçı-Kemalist ekibin bu kadar kısa bir süre içinde partinin temsil ve yönetim organlarından bu denli kolay atılabileceğine hiç kimse ihtimal vermiyordu. Hatta tam aksine, kısa süre içinde Baykal’ın partiyi yeniden geri alacağına inananların sayısı hiç de az değildi. Ama tarih, böyle düşünenleri ve tahminde bulunanları yanılttı. 2017 sonlarında yapılan ilçe ve il kongrelerine bakıldığında, Ege kıyılarındaki bazı küçük ilçe ve kasabalar dışında Baykal’cı, (yani İttihatçı-Kemalist) bir örgüt kalmamış durumdadır.  Ve yine, Kemal Kılıçdaroğlu’nun karşısına etkili bir şekilde çıkabilecek bir aktör de sahnede görünmemektedir.

Devam edecek…