Ege ve Akdeniz’den izlenimler

 

Geçtiğimiz Cuma günü dostum Doğan Balakan’dan gelen “Hadi gel İzmir’e gidelim” telefonuyla apar topal Ege’ye doğru yola çıktık.

Hiç zaman kaybetmeden soluğu İzmir’de aldık.

Ertesi gün kentte gidilebilecek neredeyse her yere gittik, dolaştık.

Daha önce sayısız kez gittiğim İzmir’in bu kadar güzel ve göz alıcı bir şehir olduğuna ilk kez şahit oldum.

Hem arkadaşım Doğan Balakan, hem ben yoğun iş stresinden uzaklaşmak için 5 gün süren tatilde daha çok tarihi ve turistik yerleri tercih ettik.

İzmir’den sonraki durağımız Urla ve Çeşme oldu. Burada kısa bir gezinti yaptıktan sonra rotayı Selçuk’a çevirdik. Tarihi ilçede St. Jean Kilisesi’ni gezdik, İsabey Camisi’nde soluklandık. Gördüklerimiz karşısında büyülendik. Ancak yetkililerin daha fazla ilgi göstermesi gerektiğini de söylemeden edemeyeceğim.

Bütün dünyanın görmek için can attığı Efes’e gittik. Muhteşem manzara bizi geçmişe götürdü. İlker şartlarda yapılan o devasa yapılar nefeslerimizi kesti. Çok büyük bir alana inşa edilen tarihi yapıda en çok dikkatimi çeken on binlerce kişilik anifi tiyatrolardı. Bugünle karşılaştırınca sanatın 2 bin yıl önce bugünden daha ileri olduğunu düşünüyorum.

Selçuk ve Efes’e gidilir de Şirince’ye uğramadan olmaz. Biz de öyle yaptık. Akşamüzeri direksiyonu Türkiye’nin en şirin ilçesine çevirdik. Bir pansiyona yerleştik, yemek için yer aradık. Köyün zirvesi olarak kabul edilen yerde yemek için masaya oturduk. Yanı başımızda yer alan müşteri garsona “Bize içecek olarak Şirince şarabı ver. Buranın şarabı meşhur” dedi. Garsonun verdiği cevap ise bizi şaşkına çevirdi. “Efendim buradaki şarap genellikle meyveden yapılır. Dolayısıyla tavsiye etmiyorum” diye yanıt verdi. “Eee, o zaman biz buraya niye geldik. Şirince’nin şarabını tatmadan mı gideceğiz?” diye ikinci soruyu yöneltti garsona. Garson, “İsterseniz getiririm. Ancak tavsiye etmiyorum” deyince müşteriler şarap içmekten vazgeçti.

Şahit olduğumuz bu konuşma yukarıda da belirttiğim gibi bizi şaşırttı, aynı zamanda yanlış bilgilendiğimizi düşündüm. Ya da restoran görevlisi bizi yanılttı. Zira gezi sırasında bizi arayan herkes Şirince’nin şarabından söz etmiş, mutlaka tatmamız gerektiğini söylemişti.

Sabah ise köyde ne var ne yok diye bir gezintiye çıktık. Kıyamet koptuğunda ayakta kalacak tek köy olarak gösterilen Şirince’nin bu söylemden hayli fazla yararlandığını gördük. İnsanlar akın akın buraya gidiyor. Ancak niye yalan söyleyeyim ben şahsen umduğumu bulamadım. Turizmden iyi para kazanılmasına rağmen işletmelerin yeteri yatırımı yapmadığını gördüm. Restoran diye tabir edilen yerlerde yeterince yiyecek ve içecek çeşidi yok. Gece konakladığınız pansiyonlar aşırı pahallı. Üstelik de çok da kötü. Çevre düzenlemesi yok. Gidilebilecek olan iki kiliseden biri kapalı, diğeri ise adeta kaderine terk edilmiş.

Şirince’den sonra Bodruma gittik. Bodrum’u görüp de beğenmeyecek insan yok sanırım. Gerçekten çok güzel ve bir o kadar temiz. Ancak yeteri kadar yabancı turistin olmadığını gördük. Sadece yazı düşünen işletme sahiplerinin kış için bir hazırlık yapmadığını gördük. Örneğin ünlü Barlar Sokağı’nda oturacak tek bir işletme göremedik. Saat 22:30 olmasına rağmen bütün işletmeler kepenkleri indirmişti. Bu da Bodrum gibi Türkiye’nin en gözde ilçesine yakışmadı.

Ege turunu tamamladıktan sonra bu kez Akdeniz’e doğru yol almaya başladık. İlk olarak Kalkan’a geldik. Kuşbakışı seyrettiğimiz denizdeki adalar tek kelimeyle muhteşemdi. Oradan Antalya’nın en batıdaki ilçesi Kaş’a gittik. İlçeyi gezdik, seyir terasından güneşin batışını izledik. Ancak burada da doğaya verilen tahribata şahit olduk. Para babaları her zamanki gibi geleceği düşünmeden doğanın kalbine hançeri saplamış, maalesef devlet yetkilileri de bunu sadece izlemiş. Yani bir koyup üç alıyorlar, bunu da doğaya acımadan gerçekleştiriyorlar.

Hazır Kaş’a gitmişken Üçağız’a uğramadan olmazdı. Geceyi burada geçirmek için yola koyulduk. Deniz kenarında bir restorana oturduk, adaları izledik. Malumunuz bu bölge tarihi taş mezarlarla dolu. Bakmaya kıyamadığımız bu taş mezarların çoğu define avcıları tarafından talan edilmiş durumda. Birçoğu da ayaklar altında. Turizm bakanlığının bu konuda ciddi bir çalışma yürütmesi gerekir. Aksine bu ayıpla yaşarız.