2020-2021 eğitim-öğretim döneminde yaşananlara uzaktan bakıldığında öne çıkan başlıkları değerlendiren Eğitim-İş Antalya Şube Başkanı Sadık Acar, “İnsanı öncelemeyen, eğitimin sadece öğrencilerin bilgiye ulaşması değil aynı zamanda ülkenin geleceğiyle ilgili olduğunu kavra(ya)mayan anlayış, Covid-19 salgınının yarattığı olumsuz koşullara uygun adım atmayarak, bizlere unutulmayacak bir eğitim dönemi yaşatmıştır” diye konuştu. Yıl sonu değerlendirme raporunun içeriğini paylaşan Acar, “Dönemin başında pandemi nedeniyle okulları kapatan ve uzaktan eğitime geçen Milli Eğitim Bakanlığı, "dünya yıldızı" olarak tarif ettiği EBA sistemini eline yüzüne bulaştırmıştır. Eksikliklerin kapatılması için aylarca vakit olmasına rağmen, EBA'da eğitim dönemi boyunca online ders işlenememiştir. EBA'nın bu eksikliği ve düzenli olarak çökmesini "Demek ki talep var. Ne güzel" diye karşılayan Milli Eğitim Bakanı'nın polyannacı tavrı, eğitimcileri kullanıcı bilgileri konusunda güvenilir olmayan platformlarda ders işlemeye itmiştir. Özetle: EBA-TV aynı hanede farklı sınıflarda çocuklar bulunup tek televizyon olduğu, televizyonu dahi olmayan hanelerin bulunduğu gerçeği görmezden gelinerek göstermelik hazırlanmış bir sistem olarak eğitim rezaletleri arasında yerini almıştır. Üniversiteye hazırlandığı halde lise öğrencilerinin yaklaşık yüzde 20'sinin EBA'dan hiç faydalanmamış olması bile rezaleti tek başına gözler önüne sermektedir” diye konuştu.
Öğrenciler eğitimden koptu
‘Uzaktan eğitim garabeti birçok öğrencinin eğitimden kopmasına neden olmuştur’ diyen Acar, “Bizzat MEB'in yayımladığı 2020 Küresel Salgın Döneminde Uzaktan Eğitim İzleme ve Değerlendirme Raporu’nu göre bu eğitim-öğretim döneminin online sürdürülen kısmında; öğrencilerin yüzde 1,5’i televizyonu ve interneti olmadığı için ders anlatımlarını takip edememiş, öğrencilerin yüzde 7,1’i de internete erişimi olmadığı için canlı derslere katılamamıştır. Öğrencilerin yüzde 4,4’ü ise canlı ders yapılmadığını açıklamıştır. Derslere katılamayan öğrencilerin toplamı yüzde 13 olarak ifade edilmiştir. Söz konusu araştırma, öğrencilerin yüzde 24'ünün (yani 3.5 milyonu aşkın öğrencinin) derslere ya katılamadığı ya da imkansızlıklar nedeniyle düzenli katılım sağlayamadığının itirafı niteliğindedir. Sendikamızın üyelerine sorarak yaptığı araştırmaya göre ise hemen her kademe sınıfta, eğitimde öğrenci açısından en az 5'te 1 oranında kayıp yaşanmıştır. Sendikamız başta olmak üzere eğitim camiasının neredeyse tek ses olarak "Öğrencilerin teknik ihtiyaçları karşılanmadan uzaktan eğitimden fayda sağlanamaz" uyarısı, MEB'in ve iktidarın birbiriyle çelişen söylemleriyle susturulmaya çalışılmıştır” ifadelerini kullandı.
İhtiyaç sahibi öğrenciler
İhtiyaç sahibi öğrencilerin durumuna değinen Acar, “Öğrencinin uzaktan eğitime ulaşmak için sadece tablet/bilgisayara değil internete de ihtiyaç duyacağı gerçeği bile MEB'i harekete geçirmemiştir. Türkiye'nin internet altyapısı açısından sorunlu birçok ilinde dere tepe çıkarak barakalarda uzaktan eğitime ulaşmaya çalışan öğrencilere rağmen, vakıf maskesi takmış her tarikatla protokol çalışmasına giren Milli Eğitim Bakanlığı, bu konuda Teknoloji Bakanlığı ile bir çalışma yürütmemiştir. Altyapı sorunu yaşayan bölgelerdeki öğrenci ve öğretmenlerimiz kendi çözümlerini üretmeye çalışarak eğitim dönemini kapatmıştır. Bu eğitim dönemi, kuşkusuz insan hayatını öncelemeyen bir zihniyetin bilimsel, adil bir eğitim sistemi oluşturamayacağının da en acı göstergesi olmuştur. Eğitim, tek adam rejimine yakışır biçimde, kâh uzaktan kâh yüz yüze yapılmış, bu hayati kararlar eğitimin bileşenlerine sorulmak bir yana dursun hep son dakika haber verilmiştir. Eğitimin öğretmenler aşılanmadan yüz yüze yapılmasının cinayet olduğunu defaten bas bas bağırmamıza rağmen, aksi uygulamalar neticesinde 50'yi aşkın meslektaşımız bu düşüncesiz tutum nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un kameralar önünde aşı olup, öğretmenlerin derhal aşılanacağını söylemesinden sonra geçen bunca zamana rağmen, öğretmenlerin henüz yaklaşık yarısı aşılanmıştır. Eğitim-İş olarak sürecin başından beri eğitimin bir ekip işi olduğunu, öğretmen kadar diğer eğitim emekçilerinin de aşılanmasının elzem olduğunu söylememize rağmen, eğitim çalışanlarının adı aylarca risk grupları içerisinde zikredilmemiştir. Bu eğitim döneminde aşılanma yapılmadan eğitimin yüz yüze çevrildiği safhada, sadece öğrenci ve öğretmenin değil, tüm toplumun sağlığı riske edilmiş, tarihi bir vurdumduymazlığa imza atılmıştır” şeklinde konuştu.
Öğrenciler arasındaki uçurum
Zengin, fakir öğrenci arasındaki duruma dikkat çeken Acar, “Milli Eğitim Bakanı Selçuk'un eğitimin yüz yüze sürdürüleceğinin açıklandığı dönemlerin hemen öncesinde "Tamamen hazırız" dediğinde dahi devlet okullarının hijyen malzemesinin bile sağlanamadığı, birçok okula uyarılarımıza rağmen kadrolu temizlik personeli atanmadığı, sosyal devlet ilkesinin gereği olarak MEB'in gidermesi gereken bu ihtiyaçların yine eğitim emekçileri ve velilerin özverisiyle giderildiği görülmüştür. Eğitimde yoksul öğrenci ile zengin öğrenci arasındaki uçurum bu dönemde ne yazık ki zirve yapmıştır. Yoksul öğrenciler bu eğitim döneminin ne uzaktan ne de yüz yüze kısmından tam faydalanamazken ailesi varlıklı öğrenciler evde özel ders alma, özel okulların etüt adı altında işlediği derslere katılma gibi birçok imkanı bulabilmiştir. Söz konusu fırsat eşitsizliği enflasyonu en çok LGS'de görünür olmuştur. MEB, sınavda çıkacak konuları uyarılarımıza rağmen daraltmamış ve örgün, adil bir eğitim dönemi olmuşçasına soru yelpazesini geniş tutmuştur. Yani Anayasal bir hak olmasına rağmen yaşıtlarıyla aynı eğitimi almayan yavrular, düzgün bir liseye yerleşebilmek için kendilerinden çok daha iyi eğitim alan yaşıtlarıyla aynı sınava girmiştir. LGS'de soruların bilimsellikten uzak biçimde zor olması, bazı özel okulların test kitapçığıyla bire bir uyuşması gibi şaibeller ise hala tartışılagelmekte ve sendikamızın kurduğu komisyon tarafından araştırılmaktadır” dedi.
Köy okulları
Eğitimde tahribat yaşandığına dikkat çeken Başkan Sadık Acar, “Eğitim döneminde yüz yüze eğitime kademeli olarak geçildiği söylenen dönemde kırsal kesimde yaşananlar eğitimdeki tahribatını daha görünür kılmıştır. Sendikamızın yıllardan beri dile getirdiği gerçekler artık toplumun büyük bir kesimi tarafından görünür hale gelmiştir. Şehirlerde eğitim online sürerken köy okullarında eğitimin başlatılması, ibretlik bir manzara ortaya koymuştur. AKP'nin köy okullarını kapatarak ya da işlevsiz hale getirerek taşımalı eğitime ya da tarikat okullarına muhtaç bıraktığı yoksul öğrenciler, "Köy okullarında eğitim başladı" müjdesi eşliğinde ölümcül virüse rağmen tıklım tıkış vaziyette okullara taşınmıştır. Mevsimlik işçilerin çocukları bu dönemde hesap edilmemiş, çoğu taşımalı eğitim denen garabete bile dahil olamamıştır. Bu rezalete "dur" demesi beklenen Milli Eğitim Bakanı'nın bir mevsimlik çocuk işçiye elma karşılığında kitap verip kameralara gülümsemesi ise tüm umutları karartmıştır. Bu eğitim dönemine kuşkusuz yoksulluk da damga vurmuştur. Temel gıda fiyatlarında yüzde 50'den fazla zam olmasına rağmen sarı sendikaların da emeğiyle 3 kuruşluk zamma layık görülen öğretmenin alım gücü iyice düşmüş, bir sonraki günkü faturayı düşünmeden gönül rahatlığıyla kendini derslere verebilmek hayal olmuştur. Okul masraflarının da enflasyon oranından fazla artması, milyonlarca velinin belini bükmüştür. "Bağış" adı altında yine devlet okullarında kayıt parasının illegal biçimde toplanmasıyla başlayan eğitim dönemi, uzaktan sürdüğü zamanda da yüz yüze devam ettiği safhada da hane gelirinden çok büyük bir pay koparmıştır” şeklinde anlattı. ‘Eğitimin bir uzaktan bir yüz yüze yapıldığı bu dönemde dahi gericilik hız kesmemiştir’ diyen Acar, “Okulların pandemi gerekçesiyle kapalı olduğu dönemde Kuran kursları, varlığı Cumhuriyet'e yakışmayan medreseler çocuklarla dolup taşmıştır. Yarım yamalak yayın yapan EBA TV de bu süreçte gerici yayınlarla defalarca ilerici kamuoyundan tepki çekmiştir. Krizi fırsata çevirerek Cumhuriyet alerjisine pandemi kılıfıyla paketleyip sunan zihniyete özellikle 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda ülkenin hemen her ilinde camları süsleyen Türk bayrakları gereken cevabı vermiş, bizlere de umut olmuştur. Bu eğitim döneminde ülkenin elde az sayıda kalan güzide üniversitelerinden olan Boğaziçi'nde yaşananlar da liyakatle değil sadakatle dizayn edilen üniversite yönetimlerinin ülkenin akademisine nasıl zarar verdiğini gözler önüne sermiştir. Üniversitenin bileşenlerinin istekleri ve üniversitenin donanım ortalaması dikkate alınmadan kayyum atarcasına rektör yapılan Melih Bulu, akademi dünyasını ayağa kaldırmıştır. Boğaziçi'nde okuyanların, mezun olanların, orada eğitim verenlerin tepki gösterdiği bu atamanın ardından başlatılan cadı avında, uygulamaya itiraz eden her kesim tipik bir metodla terörist ilan edilmiştir. Söz konusu direniş, onurlu akademisyenlerin varlığı ve gençliğin bilinç düzeyi açısından umut verici olsa da ülkede iktidar tarafından basit bir protesto hakkına bile ne kadar tahammül edilmediğini tekrar tüm topluma ispat etmiştir. Eğitim dönemi biterken BÜ'deki protestoların hala devam etmesi, çözümsüzlükte inadın ve üniversiteleri şekillendiren "ben yaptım oldu"cu tavrın en somut göstergesi olmuştur. Bu dönemde yine bizzat Cumhurbaşkanı tarafından atanan birçok rektörün, atandıkları üniversiteyi aile çiftliğine çevirdiği, eş-dost-akrabaya akademiyi mesken ettikleri basına çıkan haberlere yansımış ve akademinin geldiği acı noktayı gözler önüne sermiştir” dedi.
Mobbing ağına dönüştü
Uzaktan eğitim öğretimi değerlendiren Sadık Acar, “Bu eğitim dönemi, meslek onuru açısından da bizlere farklı dersler vermiştir. Eğitimin uzaktan ya da yakından sürmesinin değil liyakatle yönetilmesinin önemli olduğunu ortaya seren örnekler, meslek onuru için verilen mücadele açısından da öğreticidir. Pandemi sürecinde eğitim yüz yüze devam ederken en temel hak olan yaşam hakkı ihlal edilen öğretmenler, eğitimin uzaktan sürdüğü dönemlerde de okul yöneticilerinin mobbingine maruz kalmış, pedagojiden bihaber olan velilerin gözetiminde ders işlemek durumunda bırakılmış, mesai kavramını çöpe atmak zorunda kalmıştır. Öyle ki öğretmenlerimiz hafta sonu ya da gece saatlerinde dahi sorulara cevap vermek ya da ders işlemek durumunda bırakılmıştır. Öğretmenler bu eğitim döneminde de kadrolu, ücretli, sözleşmeli diye kademelendirilerek sömürülürken seçim öncesi iktidarın defalarca vaat ettiği 3.600 ek gösterge rafa kalkmıştır. Mülakat adı altında yandaş kadrolaşma sistemi sürmüş, MEB'in kendi verilerine göre bile 100 binden fazla öğretmen açığı varken bu dönemde sadece 20 bin öğretmen atanmış ve onlarda "sözleşmeli" olarak işe başlayabilmiştir. Kamuda bile güvencesiz çalışmanın normalleştirildiği bu süreçte, hükümet mevcut öğretmen açığının 5'te 1'inden bile az atama yapıyor olmayı müjde olarak sunma pişkinliğini sergilemiştir. Ataması yapılmayan öğretmen sayısı bu eğitim döneminde daha da artmış ve ne yazık ki 700 bini aşmıştır. Hak ettiği halde mesleğine kavuşamayan gençlerimiz, inşaatlarda çalışarak, kuryelik yaparak, pazarda tezgah açarak geçinmeye çalışmakta ve öğrencilerine kavuşacakları günleri beklemektedir” şeklinde konuştu.
Yaşananlar ve talepler
Eğitime tutunamayan yoksul öğrencilerin devlete olan güvencesinin sarsıldığını ifade eden Sadık Acar, “Başöğretmen Atatürk'ün "kimsesizlerin kimsesi" olsun diye kurduğu Cumhuriyet, kötü yönetim yüzünden kendi çocuklarını görmezden gelmiştir. Yine ülkemizin kurucusu Atatürk'ün gelecek nesilleri emanet edecek kadar güvendiği öğretmenlerin değil hakları, canlarının bile hiçe sayıldığı bu eğitim dönemi, tarihe bir utanç yılı olarak geçmiştir. Yani işçi sınıfının virüse, güvensiz çalışmaya, daha derin bir yoksulluğa itildiği bu dönemde eğitim emekçileri de maddi-manevi ağır yaralar almıştır. Geride bıraktığımız bu eğitim ve öğretim dönemi akıllarda yer eden adaletsizlikleriyle, Eğitim-İş'in kurulduğu günden bu yana savunduğu "laik, parasız, bilimsel, adil, kamusal eğitim" şiarının ne kadar hayati olduğunu toplumun büyük bir kesimi tarafından daha anlaşılır kılmıştır. Dolayısıyla bu karanlık tablo "nasıl olmayacağını" göstermesi açısından önemli, "ne yapılması gerektiğini" işaret etmesi açısından kıymetlidir. Mücadelemiz, bir daha böyle karanlık eğitim dönemleri yaşanmasın, hiçbir öğrencinin boynu garibanca bir mahcubiyetle bükülmesin, hiçbir meslektaşımız kendini yalnız ve değersiz hissetmesin diyedir. Ve bunlar sağlanana kadar inatla sürecektir” dedi.
Haber Merkezi
Öğrenciler eğitimden koptu
‘Uzaktan eğitim garabeti birçok öğrencinin eğitimden kopmasına neden olmuştur’ diyen Acar, “Bizzat MEB'in yayımladığı 2020 Küresel Salgın Döneminde Uzaktan Eğitim İzleme ve Değerlendirme Raporu’nu göre bu eğitim-öğretim döneminin online sürdürülen kısmında; öğrencilerin yüzde 1,5’i televizyonu ve interneti olmadığı için ders anlatımlarını takip edememiş, öğrencilerin yüzde 7,1’i de internete erişimi olmadığı için canlı derslere katılamamıştır. Öğrencilerin yüzde 4,4’ü ise canlı ders yapılmadığını açıklamıştır. Derslere katılamayan öğrencilerin toplamı yüzde 13 olarak ifade edilmiştir. Söz konusu araştırma, öğrencilerin yüzde 24'ünün (yani 3.5 milyonu aşkın öğrencinin) derslere ya katılamadığı ya da imkansızlıklar nedeniyle düzenli katılım sağlayamadığının itirafı niteliğindedir. Sendikamızın üyelerine sorarak yaptığı araştırmaya göre ise hemen her kademe sınıfta, eğitimde öğrenci açısından en az 5'te 1 oranında kayıp yaşanmıştır. Sendikamız başta olmak üzere eğitim camiasının neredeyse tek ses olarak "Öğrencilerin teknik ihtiyaçları karşılanmadan uzaktan eğitimden fayda sağlanamaz" uyarısı, MEB'in ve iktidarın birbiriyle çelişen söylemleriyle susturulmaya çalışılmıştır” ifadelerini kullandı.
İhtiyaç sahibi öğrenciler
İhtiyaç sahibi öğrencilerin durumuna değinen Acar, “Öğrencinin uzaktan eğitime ulaşmak için sadece tablet/bilgisayara değil internete de ihtiyaç duyacağı gerçeği bile MEB'i harekete geçirmemiştir. Türkiye'nin internet altyapısı açısından sorunlu birçok ilinde dere tepe çıkarak barakalarda uzaktan eğitime ulaşmaya çalışan öğrencilere rağmen, vakıf maskesi takmış her tarikatla protokol çalışmasına giren Milli Eğitim Bakanlığı, bu konuda Teknoloji Bakanlığı ile bir çalışma yürütmemiştir. Altyapı sorunu yaşayan bölgelerdeki öğrenci ve öğretmenlerimiz kendi çözümlerini üretmeye çalışarak eğitim dönemini kapatmıştır. Bu eğitim dönemi, kuşkusuz insan hayatını öncelemeyen bir zihniyetin bilimsel, adil bir eğitim sistemi oluşturamayacağının da en acı göstergesi olmuştur. Eğitim, tek adam rejimine yakışır biçimde, kâh uzaktan kâh yüz yüze yapılmış, bu hayati kararlar eğitimin bileşenlerine sorulmak bir yana dursun hep son dakika haber verilmiştir. Eğitimin öğretmenler aşılanmadan yüz yüze yapılmasının cinayet olduğunu defaten bas bas bağırmamıza rağmen, aksi uygulamalar neticesinde 50'yi aşkın meslektaşımız bu düşüncesiz tutum nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un kameralar önünde aşı olup, öğretmenlerin derhal aşılanacağını söylemesinden sonra geçen bunca zamana rağmen, öğretmenlerin henüz yaklaşık yarısı aşılanmıştır. Eğitim-İş olarak sürecin başından beri eğitimin bir ekip işi olduğunu, öğretmen kadar diğer eğitim emekçilerinin de aşılanmasının elzem olduğunu söylememize rağmen, eğitim çalışanlarının adı aylarca risk grupları içerisinde zikredilmemiştir. Bu eğitim döneminde aşılanma yapılmadan eğitimin yüz yüze çevrildiği safhada, sadece öğrenci ve öğretmenin değil, tüm toplumun sağlığı riske edilmiş, tarihi bir vurdumduymazlığa imza atılmıştır” şeklinde konuştu.
Öğrenciler arasındaki uçurum
Zengin, fakir öğrenci arasındaki duruma dikkat çeken Acar, “Milli Eğitim Bakanı Selçuk'un eğitimin yüz yüze sürdürüleceğinin açıklandığı dönemlerin hemen öncesinde "Tamamen hazırız" dediğinde dahi devlet okullarının hijyen malzemesinin bile sağlanamadığı, birçok okula uyarılarımıza rağmen kadrolu temizlik personeli atanmadığı, sosyal devlet ilkesinin gereği olarak MEB'in gidermesi gereken bu ihtiyaçların yine eğitim emekçileri ve velilerin özverisiyle giderildiği görülmüştür. Eğitimde yoksul öğrenci ile zengin öğrenci arasındaki uçurum bu dönemde ne yazık ki zirve yapmıştır. Yoksul öğrenciler bu eğitim döneminin ne uzaktan ne de yüz yüze kısmından tam faydalanamazken ailesi varlıklı öğrenciler evde özel ders alma, özel okulların etüt adı altında işlediği derslere katılma gibi birçok imkanı bulabilmiştir. Söz konusu fırsat eşitsizliği enflasyonu en çok LGS'de görünür olmuştur. MEB, sınavda çıkacak konuları uyarılarımıza rağmen daraltmamış ve örgün, adil bir eğitim dönemi olmuşçasına soru yelpazesini geniş tutmuştur. Yani Anayasal bir hak olmasına rağmen yaşıtlarıyla aynı eğitimi almayan yavrular, düzgün bir liseye yerleşebilmek için kendilerinden çok daha iyi eğitim alan yaşıtlarıyla aynı sınava girmiştir. LGS'de soruların bilimsellikten uzak biçimde zor olması, bazı özel okulların test kitapçığıyla bire bir uyuşması gibi şaibeller ise hala tartışılagelmekte ve sendikamızın kurduğu komisyon tarafından araştırılmaktadır” dedi.
Köy okulları
Eğitimde tahribat yaşandığına dikkat çeken Başkan Sadık Acar, “Eğitim döneminde yüz yüze eğitime kademeli olarak geçildiği söylenen dönemde kırsal kesimde yaşananlar eğitimdeki tahribatını daha görünür kılmıştır. Sendikamızın yıllardan beri dile getirdiği gerçekler artık toplumun büyük bir kesimi tarafından görünür hale gelmiştir. Şehirlerde eğitim online sürerken köy okullarında eğitimin başlatılması, ibretlik bir manzara ortaya koymuştur. AKP'nin köy okullarını kapatarak ya da işlevsiz hale getirerek taşımalı eğitime ya da tarikat okullarına muhtaç bıraktığı yoksul öğrenciler, "Köy okullarında eğitim başladı" müjdesi eşliğinde ölümcül virüse rağmen tıklım tıkış vaziyette okullara taşınmıştır. Mevsimlik işçilerin çocukları bu dönemde hesap edilmemiş, çoğu taşımalı eğitim denen garabete bile dahil olamamıştır. Bu rezalete "dur" demesi beklenen Milli Eğitim Bakanı'nın bir mevsimlik çocuk işçiye elma karşılığında kitap verip kameralara gülümsemesi ise tüm umutları karartmıştır. Bu eğitim dönemine kuşkusuz yoksulluk da damga vurmuştur. Temel gıda fiyatlarında yüzde 50'den fazla zam olmasına rağmen sarı sendikaların da emeğiyle 3 kuruşluk zamma layık görülen öğretmenin alım gücü iyice düşmüş, bir sonraki günkü faturayı düşünmeden gönül rahatlığıyla kendini derslere verebilmek hayal olmuştur. Okul masraflarının da enflasyon oranından fazla artması, milyonlarca velinin belini bükmüştür. "Bağış" adı altında yine devlet okullarında kayıt parasının illegal biçimde toplanmasıyla başlayan eğitim dönemi, uzaktan sürdüğü zamanda da yüz yüze devam ettiği safhada da hane gelirinden çok büyük bir pay koparmıştır” şeklinde anlattı. ‘Eğitimin bir uzaktan bir yüz yüze yapıldığı bu dönemde dahi gericilik hız kesmemiştir’ diyen Acar, “Okulların pandemi gerekçesiyle kapalı olduğu dönemde Kuran kursları, varlığı Cumhuriyet'e yakışmayan medreseler çocuklarla dolup taşmıştır. Yarım yamalak yayın yapan EBA TV de bu süreçte gerici yayınlarla defalarca ilerici kamuoyundan tepki çekmiştir. Krizi fırsata çevirerek Cumhuriyet alerjisine pandemi kılıfıyla paketleyip sunan zihniyete özellikle 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda ülkenin hemen her ilinde camları süsleyen Türk bayrakları gereken cevabı vermiş, bizlere de umut olmuştur. Bu eğitim döneminde ülkenin elde az sayıda kalan güzide üniversitelerinden olan Boğaziçi'nde yaşananlar da liyakatle değil sadakatle dizayn edilen üniversite yönetimlerinin ülkenin akademisine nasıl zarar verdiğini gözler önüne sermiştir. Üniversitenin bileşenlerinin istekleri ve üniversitenin donanım ortalaması dikkate alınmadan kayyum atarcasına rektör yapılan Melih Bulu, akademi dünyasını ayağa kaldırmıştır. Boğaziçi'nde okuyanların, mezun olanların, orada eğitim verenlerin tepki gösterdiği bu atamanın ardından başlatılan cadı avında, uygulamaya itiraz eden her kesim tipik bir metodla terörist ilan edilmiştir. Söz konusu direniş, onurlu akademisyenlerin varlığı ve gençliğin bilinç düzeyi açısından umut verici olsa da ülkede iktidar tarafından basit bir protesto hakkına bile ne kadar tahammül edilmediğini tekrar tüm topluma ispat etmiştir. Eğitim dönemi biterken BÜ'deki protestoların hala devam etmesi, çözümsüzlükte inadın ve üniversiteleri şekillendiren "ben yaptım oldu"cu tavrın en somut göstergesi olmuştur. Bu dönemde yine bizzat Cumhurbaşkanı tarafından atanan birçok rektörün, atandıkları üniversiteyi aile çiftliğine çevirdiği, eş-dost-akrabaya akademiyi mesken ettikleri basına çıkan haberlere yansımış ve akademinin geldiği acı noktayı gözler önüne sermiştir” dedi.
Mobbing ağına dönüştü
Uzaktan eğitim öğretimi değerlendiren Sadık Acar, “Bu eğitim dönemi, meslek onuru açısından da bizlere farklı dersler vermiştir. Eğitimin uzaktan ya da yakından sürmesinin değil liyakatle yönetilmesinin önemli olduğunu ortaya seren örnekler, meslek onuru için verilen mücadele açısından da öğreticidir. Pandemi sürecinde eğitim yüz yüze devam ederken en temel hak olan yaşam hakkı ihlal edilen öğretmenler, eğitimin uzaktan sürdüğü dönemlerde de okul yöneticilerinin mobbingine maruz kalmış, pedagojiden bihaber olan velilerin gözetiminde ders işlemek durumunda bırakılmış, mesai kavramını çöpe atmak zorunda kalmıştır. Öyle ki öğretmenlerimiz hafta sonu ya da gece saatlerinde dahi sorulara cevap vermek ya da ders işlemek durumunda bırakılmıştır. Öğretmenler bu eğitim döneminde de kadrolu, ücretli, sözleşmeli diye kademelendirilerek sömürülürken seçim öncesi iktidarın defalarca vaat ettiği 3.600 ek gösterge rafa kalkmıştır. Mülakat adı altında yandaş kadrolaşma sistemi sürmüş, MEB'in kendi verilerine göre bile 100 binden fazla öğretmen açığı varken bu dönemde sadece 20 bin öğretmen atanmış ve onlarda "sözleşmeli" olarak işe başlayabilmiştir. Kamuda bile güvencesiz çalışmanın normalleştirildiği bu süreçte, hükümet mevcut öğretmen açığının 5'te 1'inden bile az atama yapıyor olmayı müjde olarak sunma pişkinliğini sergilemiştir. Ataması yapılmayan öğretmen sayısı bu eğitim döneminde daha da artmış ve ne yazık ki 700 bini aşmıştır. Hak ettiği halde mesleğine kavuşamayan gençlerimiz, inşaatlarda çalışarak, kuryelik yaparak, pazarda tezgah açarak geçinmeye çalışmakta ve öğrencilerine kavuşacakları günleri beklemektedir” şeklinde konuştu.
Yaşananlar ve talepler
Eğitime tutunamayan yoksul öğrencilerin devlete olan güvencesinin sarsıldığını ifade eden Sadık Acar, “Başöğretmen Atatürk'ün "kimsesizlerin kimsesi" olsun diye kurduğu Cumhuriyet, kötü yönetim yüzünden kendi çocuklarını görmezden gelmiştir. Yine ülkemizin kurucusu Atatürk'ün gelecek nesilleri emanet edecek kadar güvendiği öğretmenlerin değil hakları, canlarının bile hiçe sayıldığı bu eğitim dönemi, tarihe bir utanç yılı olarak geçmiştir. Yani işçi sınıfının virüse, güvensiz çalışmaya, daha derin bir yoksulluğa itildiği bu dönemde eğitim emekçileri de maddi-manevi ağır yaralar almıştır. Geride bıraktığımız bu eğitim ve öğretim dönemi akıllarda yer eden adaletsizlikleriyle, Eğitim-İş'in kurulduğu günden bu yana savunduğu "laik, parasız, bilimsel, adil, kamusal eğitim" şiarının ne kadar hayati olduğunu toplumun büyük bir kesimi tarafından daha anlaşılır kılmıştır. Dolayısıyla bu karanlık tablo "nasıl olmayacağını" göstermesi açısından önemli, "ne yapılması gerektiğini" işaret etmesi açısından kıymetlidir. Mücadelemiz, bir daha böyle karanlık eğitim dönemleri yaşanmasın, hiçbir öğrencinin boynu garibanca bir mahcubiyetle bükülmesin, hiçbir meslektaşımız kendini yalnız ve değersiz hissetmesin diyedir. Ve bunlar sağlanana kadar inatla sürecektir” dedi.
Haber Merkezi