İki yaşam arası anlam karmaşası
Mesela evlilik; bekar hayatı gibi içimizden ne gelirse yapalım, cebimizdeki üç kuruş parayı tatilde harcayalım dersek vay halimize. Dolayısıyla insan olduğu yere adapte olmalı. Kendi çizgilerini yok etmeden değişebilmeli.
Bu gün bu konuyu seçme nedenim, bir üniversite öğrencisi. İçinde bir sosyalleşme isteği… Sevilmek, ilgi görmek istiyor. Sohbet etmek eğlenmek istiyor. Rahat olmak, düşünmeden, korkmadan insanlarla kaynaşabilmek istiyor. Haklı da, herkesin ihtiyaç duyduğu duygular bunlar. Ancak kültürü ile ve ona empoze edilen bakış açısı ile yaptıklarından keyif alırken bir anda suçluluk hissetmeye başlıyor hem de ahlaki olarak, kendi alışkanlıklarına hiç ihanet etmediği halde.
Duyduğu suçluluk, kendinden emin olamama hali ya da başkaları üzerinden suçluluk duymasını gerektiren düşünce kavramları o kadar çok birbirine girmiş ki, kedi yumağı gibi olmuş kafası. İpin ucu nerede belli değil. Amacımız onu yozlaştırmaktan ziyade bakış açısını biraz genişletebilmek. Çünkü iki yaşam arası kalanlar, aslında kendini yeterli şekilde tanımamış olanlardır. Bir düşünce yapısının içinde ama o düşünce ona mı ait? Bu alışkanlıkları kazanmayı o mu istedi? Mevcut koşulları sağlıyor ancak bunu kimin için yapıyor? İşte bu sorular insanı biraz yoruyor. Henüz ne yapacağını, neyi neden yaptığını, bunu isteyip istemediğini bile kendine açıkça ifade edemiyor.
Ben de bu sebeple diyorum ki, alışkanlıklar çok önemli bağlı kalın ancak siz istiyorsanız. İstemiyorsanız yeni alışkanlıklar edinin sizi mutlu edecek. Ne olursa olsun arada kalmayın. Direnmeyin. Yozlaşmayın gelişin.