Güncel

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 76 yaşında 

İHD Antalya Şubesi Eş Başkanı Deniz Yıldırım, “Kabul edilişinin 76. yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, çağımızın en önemli kurucu sözleşmesi olarak insanlığın yolunu aydınlatmaya devam ediyor” dedi 

Abone Ol

İnsan Hakları Derneği Antalya Şubesi (İHD), 10 Aralık İnsan Hakları Haftası kapsamında bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasını, İHD Antalya Şubesi Eş Başkanı Deniz Yıldırım okudu. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 76. yılında hâlâ çağımızın en önemli kurucu sözleşmesi olarak insanlığın yolunu aydınlatmaya devam ettiğini belirten Yıldırım, “30 maddeden oluşan Evrensel Bildirge, Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde yürütülen uzun çalışmalar sonucunda, 10 Aralık 1948 tarihinde Paris'te toplanan BM Genel Kurulu tarafından kabul ve ilan edilmiştir. Türkiye, Evrensel Bildirge’yi 27 Mayıs 1949 tarihli Resmi Gazete'de yayımlayarak yürürlüğe koymuştur. İki yıl sonra BM Genel Kurulu, 1950'de '10 Aralık'ı 'Uluslararası İnsan Hakları Günü' olarak ilan etmiştir” dedi. 

 

‘Küresel insan hakları kriz içine girdi’ 
“BM, İkinci Dünya Savaşı'nın yol açtığı ağır insani yıkımın bir daha asla yaşanmaması için, barış, insan hakları ve demokrasi ideallerine dayalı uluslararası bir sistem oluşturma hedefiyle inşa edilmiştir” diyen Yıldırım, “Evrensel Bildirge de bu sistemin kurumsallaştırılmasında, insanlığın haysiyet, eşitlik ve adalet arayışında temel ve vazgeçilmez bir yere sahiptir. Bugün gelinen aşamada maalesef bu ideallerin çok gerisinde kalınmıştır. Evrensel Bildirge'de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hâlâ kurulamamıştır. BM, küresel boyutta yaşanan eşitsizliği, adaletsizliği, ırkçılığı, ayrımcılığı, sömürgeciliği, otoriterleşmeyi sonlandırmada yeterince etkin olamamaktadır. Güçlü devletlerin çıkar ilişkilerine dayalı oluşturdukları askeri ve ekonomik birliktelikler, sürdürülen savaş politikaları, yakın çevremizde Ukrayna, Gazze ve bugünlerde Suriye'de olduğu gibi, halkları temel hak ve özgürlüklerini kullanamaz hale getirmiş ve büyük bir insani krize yol açmıştır. Özellikle devletlerin demokrasi ve hukuk taahhüdünden giderek uzaklaşmaları, başta Evrensel Bildirge olmak üzere uluslararası insan hakları sözleşmelerinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmaları, insanlığın en önemli kazanımlarından biri olan insan haklarının hem bir referans sistemi hem de bir denetim mekanizması olarak zayıflamasına, küresel insan hakları rejiminin ağır bir kriz içine girmesine yol açmıştır” şeklinde konuştu. 

 

‘Talep ve itirazlar yükseliyor’ 
Yaşanan tüm olumsuzluklara karşın, dünyanın her yerinde halkların özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükselttiğine dikkat çeken Yıldırım, “Devletlerin ve hükümetlerin bu itirazlara yanıtı ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırma ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatma şeklinde olmaktadır. Bugün tüm dünyada yaşanan ağır kriz karşısında insan haklarını savunmak ve kurucu rolünü yeniden etkin kılmak en asli görevimizdir. Bu kriz hali Türkiye'de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile yaşanmaktadır. Ülke, 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinden itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetilmektedir. Bu durum, siyasal iktidarın gücünü sınırlandıran anayasacılık ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin terk edilmesine yol açmıştır. Böylelikle keyfilik ve belirsizlik, kamusal/siyasal alanın asli unsurları haline gelmiştir. Özellikle bir yönetim tekniği olarak başvurduğu belirsizlik yaratma gücü, siyasal iktidara erkini daha da merkezileştirip toplum üzerindeki baskı ve kontrolünü artırma olanağı sağlamaktadır” dedi. 

 

‘Endişe verici durumlar’ 
Yaşanılan sıkıntıların artarak devam ettiğini dile getiren Yıldırım, “Siyasal iktidarın ekonomiden toplum sağlığına, ülkenin her meselesini güvenlik sorunu haline getiren, toplumu kutuplaştıran, ülke içinde ve dışında şiddeti esas alan, bilhassa da Kürt sorununun ve uluslararası sorunların çözümünde çatışma ve savaşı tek yöntem haline getiren politikaları sonucunda 2024 yılında da yoğun yaşam hakkı ihlalleri yaşanmıştır. Çok farklı toplumsal kesimlerden insanlar ya doğrudan kolluk güçlerinin şiddeti ya da devletin 'önleme ve koruma' yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu, yapısal şiddetin ve/veya üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen şiddetin sonucu yaşamlarını yitirmişlerdir. Anayasa'nın ve evrensel hukukun mutlak olarak yasaklamasına ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkence olgusu, 2024 yılında da Türkiye'nin en başat insan hakları sorunu olmuştur. Resmi gözaltı merkezlerinin yanı sıra kolluk güçlerinin barışçıl toplantı ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları yeni bir boyut kazanmıştır. Denilebilir ki siyasal iktidarın baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir. Yakın tarihimizin en utanç verici insan hakları ihlallerinden biri olan, insanlığa karşı suç niteliğindeki zorla kaçırma/kaybetme vakalarının, OHAL'in ilan edildiği 2016 yılından bu yana yeniden yaşanmaya başlaması son derece endişe vericidir” diye konuştu. 

 

‘Hapishaneler tıka basa dolu’ 
İfade özgürlüğünün kullanılamaz hale geleceğini vurgulayan Yıldırım, “Devletlerin insan haklarına yönelik saygısının dolayımsız göstergesi olan hapishaneler, bugün Türkiye'de siyasal iktidarın hukuku bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanmasının sonucunda tıka basa dolu durumdadır. Yaşam hakkı ihlalinden işkenceye, sağlık hakkına erişime kadar ağır ve ciddi ihlallerin yaşandığı yerlerdir. BM İşkenceye Karşı Komite'nin Türkiye'nin Beşinci Dönemsel Raporu'na ilişkin 'Sonuç Gözlemleri'nden sayılarının 4.000 kadar olduğunu net bir şekilde öğrendiğimiz ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlüsü mahpusların durumu ve İmralı Hapishanesi başta olmak üzere tek kişi ya da küçük grup izolasyonu/tecrit uygulamaları çözülemeyen kronik bir soruna dönüşmüştür. Siyasal iktidarın, demokratik toplumun can damarlarından birini oluşturan düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaları, özellikle de basın ve insan hakları savunucuları üzerindeki kaygı verici boyutta artan baskı ve kontrolü, 2024 yılında da sürmüştür. Mevzuatta ifade özgürlüğünün kullanımı önünde engel oluşturan 15'ten fazla düzenleme bulunurken, kamuoyunda 'Etki Ajanlığı Yasası' olarak bilinen yeni bir düzenlemenin gündeme getirilmesi hiçbir şekilde kabul edilemezdir. Böyle bir düzenlemenin yapılması halinde bu, hakkın özünü ortadan kaldıracak ve ifade özgürlüğünü tümüyle kullanılmaz hale getirecektir” dedi.