Kapak olsun!..

Abone Ol

Eskiden insanın kendi kendisini övmesi ayıp karşılanırdı.
O kişiye bakışlar değişir, toplum içerisinde yadırganırdı.
Hele yapmaya mecbur olupta, yaptığı bir şeyin reklamı için çalmadık kapı bırakmayanlar asla rağbet görmezdi.
Peki şimdi öyle mi?
Öyle belediye başkanları var ki, koskoca 5 yıllık süreçte iki kaldırım taşı bile düzenlese, seçildiği yere sanki fabrika dikip, insanları işsizlikten kurtarmışçasına kendi kendisinin reklamı yapmaktan geri durmuyor.
Hangi belediye başkanı bilboardlardan iniyor ki?
Ya biz gazeteciler?
Daha doğrusu gazeteci geçinen müsvetteler?
Eskiden yapılacak bir haberi sorumlular dışında kimse bilmezdi.
Şimdi haberin muhatabı bir gün sonraki gazetenin başından son noktasına kadar haberdar oluyor veya ediliyor!..
Çok gördük, yaşadık ve yaşıyoruz.
Öyle köşe yazarları türemeye başladı ki, akşam olupta bir masa etrafına toparlanıldığında, bir gün sonra yazdığı yazının konusunu ortaya atıp, tartışmaya açmaktan geri durmayanlar. Kendi işlediği konunun doğrulu yönünde oradakileri ikna yoluna gidip, yazısı okunulduğunda aklı sıra taraf toplamaktır maksadı.
Ve biz böylelerine gazeteci diyoruz (!), onlar da gazeteci geçiniyorlar!.
Dedik ya, “Görüyoruz, gördük, yaşıyoruz, yaşatıyoruz” diye.
Düne kadar, siyasi parti veya parti adaylarının cep telefonlarına mesajla propagandalarını geçenlerini gördük de.,
“Bugün yazdığım köşe yazısını okuyun” diye cep telefonlarına mesaj atıp, okuyucu dilenenini hiç görmemiştik.
Onu da gördük.
İnsanın kendi kendisine ettiğini bir başkası asla etmezmiş ya.,
Zavallılık herkese mahsus asla olamaz.
Ve o zavallı konumuna insan oğlu yine kendi kendisini düşürür.
Düşen veya düşürülen muhterem de, kasıla kasıla etrafta gazeteciyim diye dolaşır.
Vay benim ülkemin haline!.
Kendisinde olmayan aklı, hasbelkader tahsis edildiği köşesinden kamuoyuna akıl vermeye çalışır.
Kayda değer birisi olsa.
En önemlisi de, aklı, fikri ve zikri olan birisi, cep telefonlarından okur toplama yolunu mu seçer?
Sanılmasın ki, “Bunlar bir birlerini yiyor” düşüncesi akıllardan geçirilmesin.
“Bir” olayını anlarız da, “Birbirlerini” benzetmesini asla kabul etmeyiz.
Niye mi?
Şükürler olsun ki konu kıtlığı yaşamayız.
Dağdaki ağaçların, sokaktaki köpeklerin, parktaki kuşların, kavşaklardaki dilenenlerin konusunu ele alırız amma, gazeteci ile gazetecicikleri bir birine karıştıracak kadar, yeni yetme değiliz.
Ne dersiniz?
Bu yazıdan sonra bende cep telefonuma sarılıp, tanıdık, tanımadık önüme gelene, “Yarın köşe yazımda bombayı patlatıyorum. Mutlaka takip ediniz” desem mi?
Kendisini bilen yazdığını okutur.
Bilinen kişinin de yazısı okunur.
Ama yazı yazmak, öncelikle adam olmaktan geçer.
Bu da gazeteci müsvettelerine kapak olsun.