KİŞİLİK BOZUKLUĞU 

Sevgili okurlarım, bugün sizlere sıkça karşılaştığım bir konu olan “Kişilik Bozuklukları” hakkında yazmak istiyorum. Kişilik bozukluğu dediğimiz aslında terapistlerin de uzun yıllar üzerinde çalıştığı en zor iyileşen hasta grubu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü kişilik bozukluğu başkalarıyla ilişkilerin bozulmasına neden olan ve sıklıkla bunları yaşayan kişide sıkıntı oluşturan, derinlemesine kökleşmiş, katı düşünme ve davranış biçimleridir. Kişilik dediğimiz olgu aslında belirli bir tür duruma kişinin tepki verme biçimidir. Ancak aynı zamanda durumları yorumlama konusunda da bireye yardımcı olur. Bir ortamı anlamlandırmak, davranışsal açıdan ona yanıt vermek doğrudan kişiliğimizle ilgilidir.  Kişilik bozukluğu olarak anlamlandırdığımız durumlarda ise bireylerin durumları olduğu gibi anlamlandırmadan uzak, belirli bir düşünce yapısıyla değerlendirmelerini kastediyoruz. 

Kişilik bozukluğunun belirtileri genellikle ergenliğin sonlarında veya yetişkinliğin başlarında ortaya çıkar. Farklı gruplanan bozukluklar benzer semptomlara ve özelliklere sahip olsa da, bir kişi aynı tanıya sahip başka bir kişiyle tam olarak aynı semptomlara sahip olmayabilir veya aynı derecede semptomlar göstermeyebilir. Bu nedenle danışanlarıma her zaman tanıların aslında terapistler için olduğunu, her bireyin kendine özel belirtiler gösterdiğini hatırlatır, okuma yaparken tanının bütün özelliklerini kendilerinde aramamaları gerektiğinin altını çizerim. Kişilik bozukluğu belirtileri sergileyen kişiler, kendi çarpık düşünce süreçlerini, duygusal tepkilerini ve davranışlarını normal olarak algıladıkları için bunu yaptıklarının farkında olmayabilirler. Çünkü kişilik bozuklukları nevrotik bozukluklardan farklı olarak bozuk bir yapıyı kasteder. Kaygı, panik atak, depresyon gibi duygu durum bozuklukları daha akut ve danışanın farkı görebildiği rahatsız edici durumlardır. Ancak kişilik bozukluğunda danışan rahatsız edici belirli yaşam döngülerini fark etse de bunların kaynağını göremeyebilir. Bizlerin görevi bu sağlıksız düşünce kalıplarına ışık tutup, davranışsal değişimlerle destekleyip, yeni sağlıklı düşünce kalıpları oluşturabilmek. 

Çalışmalar kişilik bozuklukları için terapi süresini en az 2 yıl olarak göstermiştir. Çoğu kişilik bozukluğu kişinin benlik kavramıyla uyumludur. Bu nedenle, başlangıçta değişmek için çok az motivasyon vardır. Kişilik bozukluğunu oluşturan eğilimler hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmasa da kişinin zamanla semptomlar konusunda azalma gösterebileceğini göstermektedir. Benim de kendi klinik gözlemim hastalarımın tekrar aynı durumlardan tetiklendiği, ancak aynı davranış dönütleri vermemeleri sebebiyle pratik yaşamlarında daha verimli ve mutlu olduklarıdır. Özellikle borderline grubu hastalarımda terk edilme kaygısını tamamen ortadan kaldıramamış olsak bile kişilerin daha “sağlıklı bağlanma” biçimleriyle hareket etmeleri nedeniyle daha sağlıklı ilişkiler yaşadıklarını gözlemliyorum ve uzun dönemde de bu sağlıklı ilişkilerin kalıplaşmış bozuk düşünce yapılarını değiştirdiğini düşünüyorum. Gelecek hafta bu bahsettiğim davranış, düşünce döngüsünü nörolojik olarak daha detaylı açıkladığım bir yazı yazacağım, sevgiyle kalın.