Köylünün, çiftçinin ve üretimin çöküşü

Abone Ol

Türkiye’de üretim can çekişiyor ama kimse gerçek nedenleri konuşmuyor. Tarım, hayvancılık ve küçük esnafın ayakta kalma mücadelesi artık varlık mücadelesi haline gelmiş durumda. Köylü ve çiftçi, ülkenin gerçek kahramanları olarak görülmediği gibi siyasetin ve rant düzeninin kurbanı olmuş durumda…

Devlet politikaları yıllardır üretimi desteklemekten uzak. Tarım sübvansiyonları ve teşvikler çoğu zaman kağıt üzerinde kalıyor, yolsuzluk ve bürokratik engeller üreticinin yoluna adeta duvar örüyor. Mazot, gübre, tohum fiyatları kontrolsüz şekilde artarken, ürün fiyatları emek ve maliyetin çok gerisinde kalıyor. Küçük üretici, borç batağında çırpınırken çaresizce üretmeye çalışıyor…

Büyükşehirlerin rant odaklı politikaları, köylerin ve küçük yerleşim birimlerinin yok sayılmasına neden oluyor. Köyler boşalıyor, tarım alanları imara açılıyor, üretim yerine betonlaşma teşvik ediliyor. Küçük çiftçi ve köylü, ne kamu politikalarında ne de piyasa dengelerinde söz sahibi değil. Bırakın söz sahibi olmasını esamesi okunmuyor…

Kamu ve özel sektör arasındaki uyumsuzluk, üretim planlamasındaki eksiklik (ki, plansızlık Türkiye’nin kangren olmuş bir sorunu), tarımın modernizasyonundaki gecikmeler, Türkiye’yi ihracat ve ithalat bağımlısı hâline getirdi. Bu durum, sadece ekonomiyi değil, toplumsal yapıyı da bozuyor. Gençler köyleri terk edip şehirlerdeki işsizler ordusuna katılıyor. Haliyle bulduğu ilk fırsatta ülkeyi terk etmeye hazır bir nesil ortaya çıkıyor.
Siyasi partiler ve yerel yönetimler, köylü ve çiftçiyi temsil etmek yerine, kendi çıkar ağlarına hizmet ediyor. Çiftçinin sesi ne meclise ne bürokrasiye ulaşabiliyor. Oysa bir ülkenin güvenliği, gıda üretimi ve bağımsızlığı doğrudan üreticiyle ilgilidir. Üretim çökerse, ülke bağımsızlığını da kaybeder.

Bugün market raflarında gördüğümüz her ürün, bir çiftçinin alın teridir. Ancak o alın terinin karşılığı, üreticiye asla geri dönmüyor. Aracılar, ithalatçılar ve büyük zincirler kazanırken, tarlada sabahın köründe çalışan köylü zar zor ayakta kalıyor. Üreticiye ‘ekmeğini taştan çıkar’ deniyor ama taşlar artık üreticinin sırtına yüklenmiş durumda. Sistem böyle olunca da üretim yerine günden güne sömürü büyüyor…

Bir zamanlar köylerin bereketini anlatan türküler söylenirdi, şimdi sessizlik hakim. Hayvan sesleri, traktör uğultuları, çocuk kahkahaları yerini göç hikâyelerine bıraktı. Köy okulları kapandı, tarlalar satıldı, ahırlar boşaldı. Oysa bir ülkenin ruhu, köylerinde atar. Köyü biten bir ülke, aslında kendi köklerini kesmiş olur.

Çözüm basit ama uygulanması zor; Köylüyü ve çiftçiyi merkeze alan politikalar, adil destekler, fiyat istikrarı ve planlı üretim sistemi…
Köyler eski hüviyetine kavuşturulmalı, gençler üretimden koparılmamalı, tarım modernizasyonu ve teknolojiye yatırım yapılmalı. Üretim çöküyorsa, toplumun tamamı çöküyor demektir. Türkiye’nin üretim damarları tıkanıyor. Eğer köylü ve çiftçiyi görmezden gelmeye devam edersek, sadece tarım değil, geleceğimiz de yok olacak. Bu sessiz çöküş, farkında olmayanları hızla yutuyor.

Türkiye’nin yeniden ayağa kalkması için önce üretime, üretim için de köylüye sahip çıkmak şart. Üretim olmadan kalkınma, tarım olmadan bağımsızlık olmaz. Bu topraklar bin yıldır bizi doyurdu, şimdi sıra bizde, toprağa, üreticiye, emeğe sahip çıkmakta. Eğer bugün harekete geçmezsek, yarın soframızda ne yerli ürün kalacak ne de o sofrayı kuracak bir köylü…