Lüksün psikolojisi

Abone Ol


Şimdi ise göstermeyen bin pişman. Çünkü sahip olduklarınız artık bir statü anlamı taşıyor. Çok pahalı ürünlerle giyiniyorsanız bu zengin olduğunuzu haliyle iyi iş yaptığınızı ve başarılı olduğunuz anlamı çıkarıyor. Ya da diğer zengin kesimin bir parçası olabileceğinizi yansıtıyor. E onların giydiklerini giyiyor, taktıklarını takıyor ya da kiralık pahalı bir araba ile sanki o arabalarda büyümüşsünüz algısı yaratıyorsunuz.  Bu da sizi “doktor olursan doktor çevren olur, avukat olursan avukat çevren olur” mantığı ile olmak istediğiniz grubun içinde var ediyor.

Yani “Ben varım” psikolojisi.  Beni görün, beni duyun. Beni fark edin, ben ayrıcalıklıyım. Ben farklıyım. Benim diğerlerinden daha çok ilgiye ihtiyacım var çünkü beni onlardan ayıran sahip olduğum şeyler var.  Başkalarının kolay alamadıklarını ben çok kolay alıyorum. Çoğunluk x marka arabaya binerken ben xx markalı arabada geziyorum. Bu beni diğerlerinden ayıran en büyük özellik. Ben güçlüyüm. İstediklerime sahip olabilir, yaptırım uygulayabilir, tanınabilirim. Bunlarla ön plana çıkıyorum çünkü bunlar yokken değer görmüyorum.

Büyük markalar insanların bu zayıf yönlerini kullanmakta çok zorlanmıyorlar aslında. İçsel anlamda yetersiz ve değersiz hisseden kişilerin, “kalite” adı altında, ulaşılması zor, toplum tarafından ilgi gören ve imrenilen parçalarla bir arada reklam unsuru olarak kullanıp, kendilerine çekiyorlar. Haliyle özgüvenimizi dışsal kaynaklar ile süsleyip pazarlamaya sunuyoruz.

Açıkça söylemek gerekirse maaliyeti yüksek olan bir ürünün yüksek rakamlara satılmasını anlayabiliyorum. Ki konu tekstil ve gıda ise.  Bu alan sağlıkla ilişkili benim için. Pamuk ile naylon arasındaki fark gibi. Ancak mesele şu ki imkan yoksa, yokluğu boşluk yaratmamalı ve özdeğer ile ilişkilendirilmemeli.
Biraz da Mevlana gibi; kim olursan ol, neye sahip olursan ol sen çok değerlisin.