Merhaba

Abone Ol

Psikoloji bilimini gözeten yazılar; dünyanın kıskandığı kent Antalya ve onun beşeri sorunlarını ele alan haftalık yazılarımla sizlerle olacağım.
İlk konuyu mutluluk olarak seçtim. Öyle ya bütün yollar insana çıkar ve insanın da çoğu zaman dünyada en büyük derdi-dileği öncelikle kendi ve yakın çevresi için mutluluktur.
Hayatımızda sürekli maddi manevi şeyler isteriz. Özellikle son yüz yılda da bu bir türlü bitmek bilmez. Araba, ev, telefon, tatil... Daha başka araba, bir tane daha ev... Artık kötü pis olan, bir üst modeli alınan daha üst modeli yolda olan telefon...
Batı ülkelerine baktığınızda tüketimi referans alan ve bunun için sürekli üretmemiz gerektiği mutluluğun ana eksenidir. Doğuda özellikle uzak doğuya baktığımızdaysa dünya nimetlerinden tamamen kopmak, vazgeçiş, başkaları için bir şeyler yapmak mutluluğun ana kaynağı olarak çıkar karşımıza. Mesela Hindistan’da yemeden-içmeden, uyumadan veya sadece yoksullara yardımla hayatını devam ettiren birçok insan çıkar karşımıza. Kendilerini mutlu olarak değerlendirirler. Beklentisiz ve kendini bilime adayarak ”Gölge etme başka ihsan istemez.” sözüyle bildiğimiz eski çağlarda yaşayan Diyojen de hayatta hazzın az şeye bağımlı olmayla gerçekleşeceğini düşünür. Kendisi bir fıçı içerisinde yaşar ve bir de çanağı vardır. Rivayete göre bir gün çeşmede eliyle su içen bir çocuğu görünce çanağını da atmıştır ve şöyle demiştir; “Bu çocuk bana fazla eşyam olduğunu öğretti.”
Mutluluk dediğimiz şey bize mi bağlıdır yoksa çevremizde değişmesini istediğimiz şeylere mi? İnsanın duygu-düşünce-davranış durumu bazen çevrenin değişmesiyle (seyahat, yakın ziyareti, yeni bir aşk gibi) değişir. Bazı durumlarda da çevre duvar gibidir. Değiştiremezsiniz ve siz bu duruma adapte olmak zorunda kalırsınız (askerlik, kamp, zorlu bir sınav süreci, hamilelik gibi) Çevre kesinlikle değişmez özellik gösterip siz bu duruma isyan ediyorsanız; bu durumda camdan içeriye girmeye çalışan kuşa benzersiniz. İçeriye giremeyeceğiniz gibi kendinize de zarar vermekten öteye bir durum olmayacaktır. Yapacağınız en akılcı şey kendinizi olabildiğince duruma adapte etmek ve zorlu süreçlerin-acının insan için geliştirici olduğunu aklımızdan çıkarmamaktır.
Genel manada insanların kendi şartları ve çevreye bağlı hareket ettiği söylenebilir. Kendi şartlarını devreye sokabilen özgüveni ve farkındalığı yüksek insanlar ne yaptıklarının bilincindedirler. Çevresel özelliklere daha çok meyilli kişilere ise 'gibi yaşayıcılar' diyebiliriz. Bu kişiler o kişi gibi giyinmek, akrabalarının söylediği gibi olmak için ellerinden gelen gayreti gösterirler. Bu çoğunlukla başlı başına mutsuzluk ve yorgunluk kaynağıdır. Çünkü denizden elekle su taşımak neyse başkalarını da tatmin etmek odur. Çevresel özellikler değişmeden hiç bir zaman mutlu olamayacağını düşünebilirler. Bu özellikteki kişilerden bazıları için çevrenin değişmesi süreci de hiç bir zaman bitmez. Ta ki ömür bitene değin.. . Çevredeki insanların neler yaptıkları kendilerinin ne yapacağında karar mercidir.
Mutlulukla ilgili pek çok konuda pek çok şeyi daha söylemek mümkün. Yaşam neye nasıl baktığımıza ve neye gerçekten ihtiyacımız olduğuna; yani bakış açımıza, düşüncelerimize doğrudan bağlı.
Peki en çok neye ihtiyacımız var? Bence kendimizi sadece tanımamıza değil iyi tanımaya çalışmamıza da..Esmer, sarışın, kısa,uzun,sakin,neşeli,sabırlı,hareketli,doğa sever,müzisyen,ressam ve daha bir çok özellik…İnsanın kendini tanıması yaşamsal olan kültür-sanat faaliyetleri başta olmak üzere kendini geliştirmesine; insanla-doğayla iletişimine ve üreticiliğine bağlıdır.Yaşamda mutlu olmak,kaliteli anları artırarak kendimizden artırdığımızı başkalarıyla paylaşmakla mümkündür.Yaşamak ve yaşatmak için..