Muhtar’ın traktörü!..
Damarlarımızdaki deli kan bizi yerimizde durduramıyordu.
Her icraatın içerisinde yer almak sanki olmazsa olmazlarımızdan gibiydi.
Hem nahiye takımımızda futbol oynuyor, hem sosyal faaliyetlerin içerisinde yer alıyor, hem de o yıllarda hayli yoğun olan siyasi çekişmelerin ortasında bulunuyorduk.
Tabi ki birlikte hareket ettiğimiz arkadaşlardan geri kalmamak, bir nevi modaya uymak gibi bir şeydi bizimkisi.
Yani mecburiyetten.
Gezi protestolarında bir muhterimin yaptığı beni yıllar öncesine götürdü.
Nahiye muhtarımız o dönemlerde Adalet Parti’liydi.
Muhtarın evi de tam bizim evin karşısında.
Sanırım 1979’lu yılların sonuydu.
Muhtar’dan öcü gibi korkan bizler, inadımız inat dedik üç-beş kafadar aldık elimize boya ve fırçayı, traktörünün arka lastiğine koskocaman harflerle, “Tek yol CHP” yazdık.
Yazdık yazmasına da, gece bekçisi (Allah rahmet eylesin) Hüseyin amca suçüstü yakalamıştı bizi. Ben bir yolunu bulup elinden kaçtım kendime eve attım. Arkamdan gelip beni karakola götürmeye kalkınca babam vermedi. Baktı ki beni alamayacak, yaptıklarımı babama şikayet etti.
“Keşke karakola gitsem daha iyiydi” diye içimden geçirdiğim anda babamın Osmanlı tokadını
Yüzümde hissettim. Tokat ile kalsa can feda. Hayatımda unutamadığım tek baba dayağı, muhtarın traktörüne yazdığım CHP yazısından dolayıydı.
“Sen nereden buluyorsun böyle bir cesareti de, muhtarın traktörüne yazı yazabiliyorsun” diye söylenip söylenip tekme/tokat ne varsa girişmişti babam.
Anam araya girip, ben de o fırsatı yakalamamla birlikte elinden kaçarak kurtulabildim.
Benim babamdan yediğim dayak, karakola götürülen arkadaşların yediği dayağın yanında meğer solda sıfır kalırmış.
Bunu niye anlatma gereği duydum?
Yaklaşık bir haftadır Taksim Gezi Parkı’nda başlayıp, akabinde ülke geneline yayılan protestolar ilk günlerde normaldi.
Ne yazık ki Pazar gününden sonrakiler anormal olmaya başladı.
1979’lu yılların sonunda yaşadığım muhtarın traktörüne yazı yazma olayından bir yere gelmek istiyorum.
Cumartesi akşamı çoğunluğu gençlerden oluşan bir gurup, AK Parti İl Binasını taşladılar. O taşlama olaylarının had safhada olduğu saatlerde, üzerinde eşofman olan muhteremin birisi Ak Parti İl Binasına gider.
“Geçmiş olsun sizlerde bir şey var mı” diye güya sorun olup olmadığı yönündeki merakını gidermeye çalışır.
Sorusuna teşekkürle cevap verilir verilmez, “Baksanıza başbakan geri adım atmıyor” gibi başlar ileri geri konuşmalara.
Başbakan’ın partisinin il başkanlığı binasında başbakanı kötülemeye çalışsa çalışsa ancak böylesine cahil bir muhterem yapabilirdi.
Muhteremi daha önceden tanıyan partili birisi koluna girer, “Bak ortam gergin ve sen gelmişsin başbakanın partisini temsil eden il başkanlığı binasında böylesine gereksizce ve insanları tahrik edercesine konuşmalar yapıyorsun. Lütfen buradan çık” denir.
O anda muhterem cebindeki cep telefonunu çıkartır, numarayı tuşlar ve, “Ahmet ben çıkıyorum. Kimse taş atmasın” der ve gider.
Şimdi denecektir ki, “Madem ki böylesine bir kara cahillik yapan birisi var. Ne diye adını açıkça yazmazsın da muhterem der durursun?.”
Kim derse yerden göğe kadar hakkı olur da, her şeyin bir yeri ve zamanı olduğunu unutmamak gerekir öyle değil mi?
Ben o muhteremin medeni cesaretini ve parti binasına taş atan gençleri öyle olmasa bile, “Bakın gözlerinizle görün. Sizin parti binanıza taş atan gençleri nasıl yönetiyorum anlayın” mesajı verme girişimine mest oldum!..
Meğer bizim muhtarın lastiğine yazı yazmamız bırakın sineği, danadan yağ çıkartmak bile değilmiş de 34 yıl sonra anlayabildim.