Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaksını severim” demiş..
Ne de doğru bir söz söylemiş.
Kimler gelip, kimler geçmedi ki özellikle yeşil sahalardan?
Allah yeteneğin alasını vermiş, biraz da ahlakı olsa belki de Türkiye’nin bir numaralı futbolcusu olabilecek kapasiteye sahip de ancak, dışarıda sanırsın ki bir melek, ayağına krampon geçirip, formayı giyip sahaya çıktığı an sanki bir şeytan..
Nicelerini gördük, ne ayaklarına, ne de ellerine sahip olabiliyor. Ağzı desen, vır,vır,vır..
“İsim say” dense emin olun bir değil, birkaç hiç değil onlarca kişiden bahsedebiliriz..
Bir de sporcunun etrafı tarafından ahlak terazisinde tartılma olayı vardır ki, belki yetenekli ve önü açık birisi olabilir, ekonomini bu sayede tavan dahi yaptırabilirsin de, gönüllerde yerin neresidir hiç düşünülmüş müdür ki?
Antalyasporlu Zeki Yıldırım’ın önceki gün, Sabah Akdeniz’in spor sayfasındaki haberini okuyunca bu yazıyı yazma gereği duydum.
Zeki’nin yetiştiği kulüp olan Yolspor’u ziyareti ve eski takımının antrenör, yöneticileri ve sporcular ile hasret gidermesi olayıydı haber.
O haber beni yıllar öncesine alıp götürdü.
Sanırım 1993-94 sezonuydu. Antalyaspor 3.Lig’e düşmekten kurtulmuş, yeni bir sezonun hazırlıkları için takım, Orhan Gülmez idaresinde Korkuteli’ne götürülmüştü.
Korkutelispor Başkanı Orhan Kaya, Antalyaspor’un hiçbir antrenmanını kaçırmıyor, her gün kendisiyle karşılaşıyorduk ki, “Enişte. Bizim çok yetenekli bir kalecimiz var. Sen idarecilere söylesen onu idmanlara alabilirler mi” demişti.
Ben de kendilerini kırmayarak, dönemin futbol şube sorumlusu rahmetli Haşmet Tur’a konuyu ilettim.
“Antalyaspor amatör lig takımı mı sayın Gürhan?. Kendi kulübümüzün oyuncusu olmayan hiç kimseyi takım içerisine katmamız yakışık almaz” diyerek, teklifi nazikçe geri çevirmiş.,
İlerleyen günlerde araya daha hatırlı kişilerin girmesiyle, Rüştü Antalyaspor ile antrenmanlara çıkmıştı.
Kafile döndüğünde, o yıllarda Antalyaspor’un Genel Kaptanlığını yapan rahmetli Muammer Demirel’in (Cımbız) aklı Rüştü’de kalmış olacak ki, “O çocuğu almamız lazım” diye diretince, Rüştü de Antalyaspor’a transfer edildi.
Değil Antalyaspor’un, belki de Türkiye’nin bir numaralı futbol starı olacak yeteneklerdeki Levent ile havalimanından gelirken trafik kazası geçirdi ve Levent o kazada yaşamını yitirdi.
Bir gün sonra Rüştü’yü transfer etmek üzere Antalya’ya gelecek olan Beşiktaş yöneticileri gelmedi. İyileşti, futbola devam etti, Fatih Terim kendisini Ümit Milli takım kadrosuna aldı, ardından Fenerbahçe’ye transfer oldu..
2003-2004 futbol sezonuydu. Süleyman Arslan başkanlığındaki Antalyaspor’daki 13 yöneticiden birisi de benim.
Ve Kırmızı-Beyazlı Yönetimdeki görevim, “Altyapı Sorumluluğu.”
Göreve geldiğimde altyapıdaki üç antrenörden ikisi en az 3 hatta 4’er aydır maaş almıyor. Kulübün kasası tam takır. Altyapıdaki sporcuların idman yapabileceği saha yok. Olsa bile onları taşıyacak bir araç yok.
Madem ki altyapı sorumluluğu görevini üstlenmiştim, bir şeyler yapmalıydım.
Aklıma Antalyaspor’da yetişip, Türkiye’nin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’de kalecilik yapan Rüştü Reçber geldi. Kendisini telefon ile arayıp, Antalyaspor alt yap0ısındaki durumu ilettim.
Ve kendisinden altyapı sporcuların idmanlara gidip-gelmesi için bugünkü maddi değeri 3-4 bin TL dolayında tutacak bir minibüs alıp, üzerine de, “Rüştü’nün alt yapımıza hediyesidir” yazdırabileceğimizi, yaşanan sorunun sayesinde ortadan kalkabileceğini teklif ettim.
Ne yazık ki, ettiğimle kaldım.
Bugün hala Antalyaspor altyapısında görevli malzemeci, masör ve antrenörlük yapmakta olanlar bizzat şahittirler.
Olumlu bakmadı.
Almadı.
O günlerde çaresizliğe çare arama hırsı var ya.,
Rüştü’nün duyarsız kalmasını kendisine anlatıp, altyapımızın sorununu da dile getirdikten sonra, Yusuf Şimşek’e de aynı ricada bulundum.
“Antalyaspor bana ne verdi de, benden ne isteniyor ki” dedi.,
Üzüldüğümü yüzüme bakınca hissetmiş olacak ki, “Ağabey. Ben Kemerspor’da oynarken birçok takım istiyordu ama çağırdıkları için Antalyaspor ile görüşmek üzere tesislere geldim. Beni saatlerce kapıda bekletip, yüzüme bile bakmadılar. Ben de gidip kendi memleketimin takımı yerine başka kulüplerin formasını giydim, Kırmızı-Beyazı bana giydirmediler” sözlerini ardı ardına sıralayıverdi.
Milyon kez haklıydı Yusuf Şimşek.
Yazının girişinde Ulu Önder Atatürk’ün sözlerini kullanıp.,
“Bu yazıyı neden yazmaya karar verdim” diye de devam etmiştim ya.,
Dört hafta önce Antalyaspor-Adana maçını tribünden izliyoruz. Zeki sahada canla başla oynuyor. Ve bir hareketinde seyirci toplu halde kendisini alkışladı. Hemen önümde oturmakta olan eski başkanlardan Sedat Peker bana dönüp, “Hatırlıyor musun, Zeki’yi Yolspor’dan 20 futbol topu 20 tane de eşofman karşılığında almıştım.”
Kafamı sallayarak, hatırladığımı ima ettim Sedat başkana.
Sarı kart cezalısı olmasından dolayı ilk yarının son maçı olan Kasımpaşa’ya karşı forma giyemeyen o Zeki Yıldırım, eski kulübünü ziyaret ediyor.
Kendisinin 7 numaralı formasını hediye götürüyor.
Hediyenin büyüğü, küçüğü yoktur arkadaş..
Bunun adı bence terbiye.
Bir diğer anlamı tabi ki ahlak.
Yolspor’da futbola başlayıp, Antalyaspor’da profesyonel yapılıp, Alanya ve Pendikspor formaları giydikten sonra, bugün doğup büyüdüğü kentin Süper Lig’deki kulübünün formasını adı gibi Zekice, her maçta canını dişini takıp çevikliğiyle rakipleri alt edip, tüm bu özelliklerini ahlaklı oluşuyla da perçinlemek, her babayiğidin harcı olmasa gerek…
Kendi çizginden asla şaşma Zeki..
Çünkü kendi yolunu yine kendi yüreğinle aşmasını biliyorsun..