Tatilci geldi-3
Ve güya kendi çapımızda bir tatil programı yapıyoruz.
Bizimkisinin adına tatil yapmak mı denir yoksa tatil bahane gezip görmek şahane mi denir artık orasına başkaları karar versin.
Ama Çeşme’ye gitme olayı tamamıyla merakımı gidermekten ibaretti.
Tabi ki, “Ünlüler gider de benim ünlülerden neyim eksik de ben gidemiyorum” kompleksine kapılmadım değil.
Nihayet o kompleksimi üzerimden atarak muradıma erdim!.
Çeşme-Alaçatı-Ilıca ve Urla’nın plajlarını, yaşam alanlarını ve sunulan imkanları gördükten sonra, her seferinde içerisinden jet hızıyla geçip, Kordon’nda bir çay içimlik dahi durmak istemediğim doğduğum yer olan Fethiye’nin kıymetini çok daha iyi anlamış oldum.
Fethiye’nin Kordonu hakikaten güzeldir de.
Yıllardır o kordonda oturduğumda burnuma hep derin bir koku gelirdi.
Hala da o koku orada duruyor.
Abartmıyorum Çeşme ve Urla sahillerinin kokusu, Fethiye’yi sollamış.
Ramazan Bayramı münasebetiyle Ortaca’ya gittim.
Anamın, babamın bayramlık gönlünü almaya.
Ortaca son yıllarda Muğla’nın gelişmeye yüz tutmuş ilçeleri arasında ilk sırada gelen bir yer.
Eskiden halkın geçim kaynağı Narenciye ve Pamuk’tu. Son 10 yıldır turizme kaymış. Dalaman’a yapılan havalimanıyla birlikte, Dalyan’ın da Ortaca’ya bağlanmasıyla. Sarıgerme plajıyla bütünleşmiş.
Dönüşte Anam ile babam da benimle yola düştü. Fethiye’ye uğrayıp, Çeşme ve Urla’da düşündüğüm Kordon kokusu olayını yaşamak istedim. Kordon’da oturup, sabah çayımızı yudumlayıp, çocukluğumdan beri burnumdan gitmeyen o kokuyu bir kez daha içime çektim, midem kalktı.
Babam 1950’li yıllarda tekneyle deniz kumu çekmiş Fethiye’de. Kordon kokusunu sordum, “Eskiden Fethiye’nin lağımları körfeze akardı. Koku oradan kalma” dedi ve ekledi.
“Biz buna paspatır kokusu adını veririz.”
Dönüş yolunda Kaplıcasıyla ünlü rahmetli büyük halamın yaşadığı Girmeler köyüne uğradık. Denizli’nin Karahayıt ve Sandıklı’nın kaplıcaları nasıl bilinip tanınıyor ise, ne yazık ki eski adı Gebeler olan, Girmeler köyünün ılıcası için tam tersi ve yeterli reklam yıllardır yapılamamış. Oysa uğruna kan davaların güdülüp, canların kıyıldığı Gebeler ılıcası hakikaten bir çok derde deva.
Daha dün keşfedilen Fethiye Saklıkent yolu üzerinde.
Akşamı Seki Yaylasında karşıladık. Teyze oğlu Ali’nin evi Seki’ye kuşbakışı bakıyor. Karanlığın çökmesiyle birlikte soğuk sardı vücudumuzu. Ali’nin getirdiği hırka sayesinde Ağustos ayının göbeğinde donmaktan kurtulduk.
Seki ayrı bir güzel. Küçük belde abartmıyorum koca bir şehre dönüşmeye yüz tutmuş. Belediye hakikaten iyi işlere imza atmış ama artık Seki, yeni ilçe olan Seydikemer’in 2014 Mart’ndan itibaren bir mahallesi haline dönüşecek.
Pazar yerinin etrafına konuşlanan karlamacılar, Seki’nin sanki birer sembolü. Kar içerisine dökülen Pekmez şerbeti yaylanın olmazsa olmazlarından.
Ve ertesi gün.
Yine Korkuteli.
Yine Sabit Atalay tesisleri.
İzmir-Çeşme-Denizli dönüşü Sacide ananın kendi elleriyle yaptığı türlüsünü yemiştik, Fethiye dönüşü sulu et yemeğiyle kavurması nasip oldu.
Biz de boğazımıza çok düşkünüz ya(!). Sacide ananın sürekli, “Yesene oğlum, az daha koyayım tabağına” telkinleri.
Bir bayramı da böylece geride bırakmış olduk. Bu aynı zamanda yıllık iznin sonunun gelmesi anlamını taşıyordu ama, daha önümüzde Feslikan etkinlikleri programı var.
(Yarın: Feslikan’a çıkıyoruz)