İçinde bulunduğumuz 21’inci yüzyıl insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş teknolojik ilerlemelere sahne oluyor. Yapay zekadan biyoteknolojiye, uzay araştırmalarından kuantum bilişime kadar birçok alanda devrim niteliğinde gelişmeler yaşanıyor…
Peki, bu baş döndürücü dönüşüm süreci insanlığı nereye götürüyor?
Gelecek, bir ütopya mı yoksa distopya (insanların sefil, insanlıktan çıkarılmış, korku dolu hayatlar yaşadığı hayali bir dünya veya toplum) mı olacak?..
Aslında bu soruların yanıtları, teknolojinin nasıl kullanıldığına ve insanlığın ortak aklının nasıl işlediğine/işleyeceğine bağlı. Örneğin, internetin yaygınlaşmasıyla başlayan dijital devrim, bilgiye ulaşımı demokratikleştirdi ve dünya çapında bir ‘küresel köy’ yarattı. Ancak aynı zamanda bilgi kirliliği, mahremiyet sorunları ve dijital bağımlılık gibi yeni sorunları da beraberinde getirdi. Sosyal medya, ifade özgürlüğü noktasında kapıyı ardına kadar açtı ama kutuplaşmayı, bilgi kirliliğini, manipülasyonu da beraberinde getirdi. Çağın en önemli devrimlerinden biri olan yapay zeka sistemleri artık sadece hesaplama yapmıyor; düşünme, analiz etme ve karar alma süreçlerine de dahil oluyor. Bu da doğal olarak insana olan ihtiyacı yavaş yavaş ortadan kaldırıyor. Öyle ki, insan odaklı bazı meslekler bir bir yok oluyor.
Öte yandan, sağlık ve biyoteknoloji alanındaki gelişmeler (Gen düzenleme (CRISPR gibi), yapay organlar, kişiselleştirilmiş tıp ve nanoteknoloji vs) insan ömrünü uzamasını, birçok hastalığın tedavisini mümkün kılıyor. Fakat bu gelişmeler, insan yaşamının sınırları nerede başlamalı, nerede bitmeli?, genetik üstünlüğe sahip bireylerin yaratılması yeni bir sosyal eşitsizlik mi doğuracaktır? gibi etik soruları da beraberinde getiriyor.
Bir başka örnek, son zamanlarda sıkça dillendirilen uzay araştırmaları. Mars'a insan gönderme projeleri, Ay'a dönüş planları ve uzay turizmi gibi gelişmeler, insanlığın gözünü dünyadan öteye çevirdiğini gösteriyor. Kaynakların tükenmesi, iklim krizi ve artan nüfus, bazı bilim insanlarını ‘başka gezegenlerde yaşam’ fikrine yönlendiriyor. Ancak bu kaçış fikri, dünyayı koruma sorumluluğunu ortadan kaldırıyor. Teknolojideki bu baş döndürücü gelişme etik ve hukuk sistemlerinin bu hıza yetişememesine neden oluyor. Bu durum, toplumları yönetişim, güvenlik ve ahlaki kararlar açısından zorlu sınavlarla baş başa bırakıyor.
Mesela, yapay zekâya sahip bir silahın karar verme hakkı var mıdır?
Veri, bir mülkiyet midir? İnsanlık, teknolojiyi sadece verimlilik aracı olarak mı görmelidir, yoksa insani değerlerle bütünleştirerek mi kullanmalıdır?
Bu ve benzeri sorular zihinlerde giderek çoğalıyor.
Sonuç olarak; Teknolojik gelişmelere ne iyi ne de kötü diyebiliriz. Çünkü iyi ya da kötü olması onu kullanan insanın niyeti, bilgeliği ve ahlaki duruşuna bağlı. Bilimsel ilerleme, insan onurunu ve özgürlüğünü merkezine alan bir etik anlayışla harmanlandığında, teknolojik gelişmeler insanlık için bir aydınlanma çağına dönüşebilir. Ancak aksi durumda, kendi ellerimizle inşa ettiğimiz sistemler, insanlığı esir alabilir. Bu nedenle soru sadece ‘Teknoloji nereye gidiyor?’ değil, ‘Biz teknolojiyi nereye götürüyoruz?’ olmalıdır.