Tıpkı kendilerinden öncekiler gibi..

Abone Ol

Böyle bir günde..
“Manzara”mıza şöyle bir bakalım istiyorum..

Gazeteci, işadamı, bürokrat, profesör, hoca, hacı..
Son aylarda 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı, 27 Nisan’ı yerden yere vuranları ibretle izliyorum..
Özellikle de “aydın” geçinenleri..
“Binbirsurat”lıkları yüzünden, binlerce kere yüzlerine tükürmek geliyor içimden..
İnsanların bu kadar “aşağılık” durumlara düşmesini..
Bir insan olarak hazmedemiyorum..

Kimi milletvekili olmuş..
Çıkıyor kameraların karşısına..
“12 Eylül’de neler çektiğimizi biliyor musunuz” diye haykırıyor ve darbecilere lanet okuyor, yargılanıp hapislerde çürümesini istiyor..
“Yahu, o günden bu yana 30 yıl geçti, şimdiye kadar niye sustun? İktidar ortağı olduğunuz dönemlerde niye bunun hesabını sormadın” diye soran yok..
Soran yok ya..
Utanmıyor, sesini daha bir gürleştiriyor..
Gören de, “vay be” diyor, “adam dediğin böyle olmalı işte..”
Amacı, “siyasi prim” yapmak..

Gazeteciler ve akademisyenler..
Hangi televizyonu açsanız, üçü-beşi bir araya gelmiş darbelere ve darbecilere verip-veriştiriyor..
Konuşurken çileden çıkıyorlar..
Hatta, darbe günleriyle ilgili, “o zaman niye konuşmuyordunuz” diye biri bir şey sorarsa yandı..
Bir dövmedikleri kalıyor adamı..

70’li yılların başından başlayarak muhtıra-darbe-postmodern darbe derken epeyce curcuna yaşadık..
O günlerde “darbe yapanların safında” yer alabilmek için bir takla atmadıkları kalanlar, bugün “o günlere” lanet okuyor..
Geçtiğimiz günlerde gazeteci-yazar Can Ataklı, kendisiyle yapılan bir röportajda, özellikle “gazeteci” kesiminden hatırı sayılır sayıda “tutuklanma” korkusu içinde yaşayanlar olduğunu söylemişti..
Sözünü ettiğim kişiler bilinen-tanına kişiler..
Ve saklanmaları pek mümkün değil..
Ama..
Bir de kendini gizleyenler ve hiç üstüne alınmayan “binbirsurat”lar var..
Kamuoyu önünde en çok konuşanlar da “onlar” işte..

Bir de “aydın” geçinen taraf var..
Çoğu profesörlük makamına kadar ulaşmış..
Daha “aklı başında” tavırlar ve söylemler bekliyorsunuz..
Ama..
Beklentileriniz hep boşa çıkıyor..
Ne zaman ekranlarda onları siyasi ve tarihi bir konuda konuşurken görsem, aklıma Prof. Dr. İlhan Arsel’in “Biz Profesörler” isimli kitabı gelir hep..
Arsel kitabında, toplumda “aydın insan” olarak bilinen profesörlerle ilgili çok çarpıcı bir tespit yapmış..
(İnkılap Kitabevi, 3. Baskı, 1992)
Şöyle diyor:
“Bizim Profesörler..
Tıpkı kendilerinden öncekiler gibi..
Bilgisiz, bilinçsiz ve yetersiz yöntemleriyle her kötü gidişe daima seyirci..
Her haksızlığa daima omuz silkici..
Her haysiyetsizliğe daima boyun eğici bir zihniyetin temsilcileridir..”

Türkiye, dünyanın en zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip olmasına rağmen..
Niye “dünyanın en büyük ekonomisi” haline gelemiyor, anladınız mı şimdi?
Bir ülkede..
Bu kadar çok “utanmaz adam”, bu kadar çok “binbinbirsurat” hüküm sürerse..
Bu utanmazlar ve çokyüzlüler halk tarafından bu kadar çok rağbet görürse..
Ve yaşananlar hala akılları başlara getirmiyorsa..
Ve hala “her devrin adamı” olmak için ölümüne bir mücadele sürdürülüyorsa..
İşte böyle bir “manzara” çıkar karşımıza..

Bugün..
“Yeni bir anayasa” ile “yepyeni bir Türkiye” yaratma imkanı var karışımızda..
Ama..
Kimse “anayasanın içeriği ne olmalıdır” tartışması yapmıyor..
Herkes, “bu anayasayı ben yapmalıyım”ın peşinde..
Ülkeyi takan bile yok..
Tanrı Türkiye’yi korusun..