Toplumsal şiddet!
Son 3 günde haber bültenlerinde 3 kadın cinayeti, 1 cinayet girişimi yer aldı.
Alanya’da genç bir kadın boşanmak istediği eşi tarafından baba evinde bıçaklanarak öldürüldü. Adana’da da genç bir kadın, bir anne, nikahsız eşi tarafından baba evinde katledildi. Yine Antalya’da 24 yaşındaki Fas uyruklu kadın, Türk eniştesi tarafından sokak ortasında bıçaklanarak, boğazlanarak canice öldürüldü. Konya’da ise bir öğretim görevlisi, tartıştığı sevgilisini asansör boşluğuna iteledi. Kız daha 19 yaşında. Üniversite öğrencisi. Yoğun bakımda can çekişiyor. Onu öfke seline kapılarak asansör boşluğuna iten sevgilisi ise karakolda, “Neden tartıştığımızı hatırlamıyorum, çok alkollüydüm” diyor ..!
Şiddetin mağdurları sadece kadınlar mı?
Çocuğa şiddet olayları da ülkemizde endişe verecek boyutta. Üstelik toplumsal yapımızdan dolayı bunların önemli bir bölümü kamuya yansımıyor, kayıtlara geçmiyor. Dayak, bizim toplumumuzda ne yazık ki hala önemli bir ‘terbiye’ aracı. Çocuğunu sözümona terbiye etmek isteyen ebeveynin başvurduğu en önemli argüman dayak…
“Döverim de, severim de” der çoğu ebeveyn. Koca bir yalan. Seven döver mi hiç. Kadın cinayetlerinde de ekseriyetle gerekçe sevgidir. Bir çoğu, “Çok seviyordum, kıskandım, öldürdüm” diyor cinayetinin ardından. Seviyoruz, öldürüyoruz. Böylesine öldüren bir sevgi anlayışı sadece bizde var sanırım.
Toplum olarak neredeyse her gün benzeri vahşetlere tanık oluyoruz.
Kimimiz şiddetin bizzat mağduru olurken, kimimiz tanık olmanın yol açtığı travmayla başa çıkmaya çalışıyoruz. Şiddeti öylesine kanıksamışız ki, herhangi bir patlamanın terör saldırısı değil de doğalgaz olduğunu öğrenince rahatlıyoruz. Ya da, terör saldırılarında can kayıplarının kitlesel seviyeye ulaşmadığı durumlarda yetkili merciler, “Zayiatımız az oldu” diye demeçler verebiliyor mesela…
Şiddetin biçimi, yoğunluğu ve nasıl algılandığı toplumdan topluma değişse de amacı değişmiyor; Kontrol altında tutma ve otorite/ tahakküm kurma çabası…
Psikologların, araştırmacıların çoğu bu tespitte hem fikir. Yani yaşadığımız, tanık olduğumuz vahşet, otorite kurma çabasının toplumumuzda ne kadar hastalıklı boyutlara ulaştığının bir göstergesi.
Gerçi psikologlar, şiddet davranışlarının ‘hastalık’, ‘cinnet’, ‘bilinç kaybı’ gibi ifadelerle tanımlanmasına karşı çıkıyor ve şiddetin amaçlı, planlı, sistematik ve politik nitelikte eylemler olduğunu düşünüyor. Fakat şiddet eyleminin kendisi bir hastalık değilse bile toplum açısından bir halk sağlığı sorununa dönüştüğü aşikar…
Şiddetin, hoşgörüsüzlüğün öne çıktığı bu toplum haline geldik vesselam.
Bu toplumsal sorun içerisinde ruhsal açıdan en fazla tehdit altında olan kesim ise çocuklarımız. Bilin ki, gelecekteki hedefi ‘idamı geri getirmek’ olan bir nesil yetişiyor...