Vekaleten BTK Başkanı olunur mu?

Abone Ol

Geçtiğimiz günlerde Antalya Muratpaşa Bölge Temsil Kurulu (BTK) Başkan adaylığını açıklayan Oktay Arı’nın adaylık açıklamalarını dikkatlice takip ettim. Açıklamalarındaki her başlık, bütüncül bir vizyondan çok dağınık ve çoklu niyetlere işaret ediyor. Bu yüzden ayrı ayrı analiz gerektiriyor. Bir kere adayın TÜRSAB mevzuatlarına hâkim olmaması çok dikkat çekici! Antalya Muratpaşa BTK’sına aday bir ismin, öncelikle bağlı olduğu TÜRSAB’ın yasa ve yönetmeliklerini bilmiyor olması aslında pek çok şeyi anlatıyor. Bu şartlarda ortaya konulan vaatler de ister istemez ciddiyetten uzak kalıyor.

Kaldı ki aday, ‘Seyehat acentacılığını ve sorunlarını ben bilmem; yanımdaki ekip bilir, gereğini yapar’ diyerek bu durumu kendi cümleleriyle teyit ediyor. Aday kardeşimizin acentacılık mesleğinin hiçbir safhasında bulunmadığı, asıl işinin otel ve organizasyon işletmeciliği olduğu biliniyor. Bu durum arka planda, “Acentacılığı ve sorunlarını bilmiyorum; işi ekip bilir” yaklaşımıyla birleşince aslında niyetini belli ediyor. “Bu adaylık; kişisel bir tasarruf değil, eski vukuatlı başkanın gölgesinde kalan, “emanete” dayalı bir adaylık olarak ortaya çıkıyor. Nitekim konuşmalarının neredeyse her paragrafında vukuatlı eski BTK başkanına yapılan göndermeler, adaylığın şahsi bir vizyondan çok “vekaleten aday” niteliği taşıdığını kanıtlıyor. “Acentacılığı bilmiyorum; ekip halleder” ifadesi, otel-organizasyon ağırlıklı mesleki geçmişle yan yana gelince resim daha da netleşiyor. Sahnedeki isim, kendi adına değil, başkası adına konuşuyor.

**

Bu tarz bir tercih, Antalya’daki TÜRSAB üyesi acentaların iradesine saygı duymayan, onları kararın öznesi değil nesnesi kılan bir anlayışı temsil eder. “Vekaleten aday” modeli, yetkiyi tabandan yani acentacılık mesleğine emek veren üyelerimizden başlayarak yukarı doğru inşa etmek yerine, tepeden inme emir komuta zinciri şeklinde bir düzenek kurar. Böyle bir kurgu, temsilin ağırlığını hafifletir, sorumluluğu belirsizleştirir. Dolayısıyla hesap verilebilirliği muğlaklaştırır. Sonuçta ortaya çıkan yönetim dili, katılımcı meşruiyetten çok, ilişki ağlarıyla yürüyen bir görüntü ortaya çıkarır. Kaldı ki Oktay beye vekâlet vererek onu BTK başkan adayı yapan ismin, geçmişteki vukuatları nedeniyle istifa etmiş olması bu “emanet” kurgusunun risklerini büyütüyor. Vekâlet zincirinin halkaları zayıfsa, temsil edilen kurumun omurgası da kırılgandır. Böyle bir durumda kararlar kişilere bağlanır, kurum kültürü ise gölgelenir. Bu tablo, sorunları çözmek yerine erteleyen; ortak aklı büyütmek yerine dar bir çevrenin takdirine bırakan bir işleyişe evrilir.

Nihayetinde görünen manzara şu; Antalya’nın kurumsal hafızasına, kolektif zekâsına ve seyahat acentacılığı iradesine yakışan “ehliyetli ve asli” temsilden uzak, “vekaleten” yürütülmek istenen bir adaylık izlenimi var. TÜRSAB gibi kurumlar, emanetçi reflekslerle değil; şeffaflık, liyakat ve mesleki birikimle taşınır. Aksi hâlde sandık, ehliyeti teyit eden bir ölçü olmaktan çıkartılarak vekâlet ilişkilerinin sarsak zeminine mahkûm edilir.

**

Vekaletle aday olmanın vahametini anlamak için eski başkanı ve niyetini birkaç cümleyle anlatmak gerekiyor. Seyahat acentalarının hakkını ve hukukunu korumak için seçildiği Antalya Muratpaşa BTK başkanlığı döneminde, TÜRSAB’ı birkaç parçaya bölme yönünde denemeler yaptığı bilinen, tabiri caizse “mevcut bütün tuşlara basmış” eski, vukuatlı bir başkandan söz ediyoruz. Üyelerden “hizmet” vaadiyle destek toplarken, günün sonunda ajandasının odağında üyeye hizmetten çok şahsi ihtirasları için uğraşan biri olarak açığa çıkmıştı. Kısa sürede foyasının ortaya çıkmasıyla da istifa etmek zorunda kalmıştı. Nitekim planı gerçekleşseydi, “Akdeniz Seyahat Acentaları Birliği” adı altında yeni bir yapı kurup başına geçmeye niyetliydi. Hala hazırda bu hayali taşıdığı biliniyor. Bugün yine aynı taktiklerle, yanına topladığı birkaç kişiyle son bir kez daha emelini gerçekleştirmek için uğraştığı, yeni bir oyun planladığı anlaşılıyor. Böyle bir senaryonun, kurumsal bütünlüğü ve ortak iradeyi zayıflatacağı açıktır. TÜRSAB’ın ağırlığını hafifleten bu ayrışma girişimleri, temsilin meşruiyetini de tartışmalı hâle getirecektir. Bugün “vekaleten aday” kurgusunun gölgesinde duran tabloyu, bu geçmiş tecrübeden bağımsız okumak mümkün değildir. Dün TÜRSAB gibi güzide bir kurumumun omurgasını parçalamaya heves eden irade, bugün aynı omurgayı vekâlet zinciriyle kontrol etmenin yollarını arıyor.

**

Ez cümle; “Birlik” dediğimizde, aslında ‘yetki’ ile ‘adap’ arasındaki hassas teraziyi kastederiz. Vekâlet kavramı, belki hukukta zarif bir usul olarak görülebilir ancak meslek örgütlerine hiç de uygun değildir. Hal böyleyken kurumlar emanet ilişkileriyle değil, şeffaflık, liyakat ve üyeye sadakatle ayakta kalır. Sonuç itibariyle sandık kurulduğunda vaatler küçük kalır ama kararlar büyük olur. Sandık dedikoduyu değil, hafızayı sever, kim, nerede, neyi, kimin adına söyledi ise hepsini içine alır. Vakti gelince zarflar açılır ve şehir, kimin vekâlet peşinde, kimin hizmet aşkı şuurunu taşıdığını ortaya çıkarır.