Dün sabah yataktan kalkıp, yüzümü yıkamakta olduğum esnada cep telefonum çaldı.
Açtım.
Karşımdaki ses;
“Ağabey Büyükşehir Belediyesi’nden bir kamyonet dolusu evrak götürüyorlar. Boğaçayı’na gidileceğinden bahsediyorlardı” demesiyle anında giyinip geçtim arabanın direksiyonuna. Bir yandan da bizim muhabir Halil’i arıyordum.
Liman yolundan Boğaçayı’na döndüm önümde bana tarif edilen türden resmi plakalı kamyonet gidiyor.
“Fotoğrafını çek Halil” diye haykırdım. Kamyonetin yanına geldiğimizde kapısında Konyaaltı Belediyesi yazıyordu..
Arabayı Büyükşehir Belediyesi’nin Boğaçayı’ndaki atölyelerine doğru sürerken gerek bende, gerekse muhabirimiz Halil’de heyecan tavan yapmıştı.
Atölyelerin önüne gelip, arabayı sote yere çekip kamyoneti beklemeye başladık. Birkaç dakika geçmişti ki, cep telefonum çaldı.
“Ağabey kamyonet atölye içerisinde evrakları boşaltmış ateşe vermişler” demesiyle arabanın gaz pedalına yüklenmem bir oldu. Atölye girişinde özel güvenlikçinin dur işaretine aldırış etmeden hızla dumanların geldiği tarafa aracımı sürdüm.
Halil de bir yandan durmadan deklanşöre basıyordu.
Kâğıtların tutuşturulduğu yerde biri kravatlı, birisi beyaz gömlekli ve güneş gözlüklü 3’ü belli ki taşeron işçisi olmak üzere toplamda 5 kişi vardı.
“Siz burada ne yapıyorsunuz. Kim yaktı bu evrakları yangın tüpü getirin” diye haykırırken, bizi aniden karşısında gören kravatlı ve beyaz gömlekli kişilerin şaşkınlıkları yüzlerine vurmuştu.
Söndürmeye çalıştığımız kadar uğraş verdik. Bir yandan Halil ile ben durmadan resim çektik..
Yanan evrakların yanına ilk geldiğimizde karşımıza çıkan kravatlının oradan ayrıldığını fark ettim.
Bir de ne göreyim, bize tarif edilen ve evrakları boğaçayına getiren kamyonet çıkış kapısına doğru gidiyordu. Aracıma atlayıp, yan yoldan hızla gidip, kamyonetin önüne kestim. Kamyonetin ve sürücüsünün resimlerini çekmeye başladım.
O kravatlı kişi aracın direksiyonundaydı: “Ben devlet memuruyum. Neden resmimi çekiyorsun” demesiyle dön geriye. Kamyoneti atölyenin önüne çek” dememle denileni aynen yaptı.
Atölyenin önüne geldiğimizde orada onlarca çalışan vardı ve meraklı bakışlarla ne yaptığımızı izliyordu. Kamyonet sürücüsü kimliğini çıkartıp, kendisinin Belediye’de memur olduğunu, saha amirliğinde çalıştığını, şoför olmadığı için kendisine verilen talimat gereği aracı boğa çayına getirdiğini söylüyordu.
Kamyonetin ikinci bir gitme teşebbüsünü engellemek için aracımı gidiş güzergâhının tam ortasına kilitledim. Şoföre sen hiçbir yere ayrılmayacaksın” diyerek, evrakların yakıldığı yere geri döndüm.
Taşeron işçilerinin iyi niyetleri sayesinde çoğu büyük ölçüde yanmış, Büyükşehir Belediyesine ait evrakları oradaki mini kepçenin içerisinde topladık.
Nereden duymuşlarsa duymuşlar, öyle bir insan seli akıyordu bulunduğumuz yer resmen araç ve insan istilasına uğramıştı.
Tüm bu anlattıklarım 2 saat gibi bir süreçte gelişti.
Bizzat gözlerimle gördüğün evrakların çoğunda Mustafa Akaydın, Mehmet Aktekin imzaları vardı. Bazıları komisyon raporları, kimileri de iç yazışmaları içeriyordu. Aylara bölünmüş el yazılarıyla 50 bin TL gibi rakamların içerdiği ödeme planı müsvetteleri dahi bulunuyordu.
Büyükşehir Belediyesi’nin amblemli kâğıtlarından tutun da, klasörler dolusu evrak ateşe verilmişti.
Nedendi bu yakma işi?
“Değerli evrakı yakacak kadar aptal değilim” açıklaması yapan Mustafa Akaydın neden al acele hem de milletin itirazın sonucunu merakla beklediği bir günde böyle bir davranış şekli normal miydi?
Madem ki tertemizsin, al acele yakmak da neyin nesi?
Dün yine bu köşeden seçime yapılan itirazın nedenleri ile ilgili iki tane vurgulama yapmış, “Zaman kazanmak mı maksat” demiştim ya.
Aynen oymuş.
Belediye’nin evraklarını yakanlar kendi geleceklerini yaktılar farkında bile değiller.
Yaparsa hoca yapar dediler, Yakarsa hoca yaktı..