Mevsim sonbahar, yağmur sağanak, havada tatlı bir esinti. Ağaçların etrafına üşüşmüş, sonbaharın tüm renklerini biriktirmiş dökülen yapraklar.
Yağmurun sesi, cama vuran yağmur damlaları, radyoda çalan hafif bir melodi, şöminede yanan odunların çıkardığı sesler ve kıvılcımlar. Nasıl da iyi geliyor bu sesler kulağına ve ruhuna. Hepsinin sesi ayrı güzel. Sanki hepsi birbirini tamamlıyor ve bir uyum içindeler.
Pencere yanındaki koltuğa bırakmışsın kendini, kahvenden yudumlayıp arada dışarı bakıyorsun, radyoda çalan şarkıya eşlik ederek. Odadaki ahşabın kokusu bile güzel geliyor. “Huzur” diyorsun içinden gözlerini kapatarak. Özlemişsin şehrin kalabalığından, karmaşasından, stresinden uzak kalıp, kendini dinlemeyi. Sadece bu ortamı yaşamak ve anın tadını çıkarmak istiyorsun burada kalırken. Düşünmek istemiyorsun zihninde birikenleri. Keyfini kaçıracak bir şey olsun istemiyorsun hiçbir şekilde. Bu haksızlık olur kendine ve bu mükemmel ortama.
Sonbaharın güzelliğine takılıyor gözlerin dışarı bakarken. Camı açıyorsun nedensiz. Ve yüzüne vuran temiz havayı çekiyorsun içine derinden. Toprak kokusuyla beraber camın önündeki sarı frezyaların müthiş kokusu geliyor burnuna. Ve mutfaktan gelen kurabiye kokuları. Yağmurda ıslanmak bile güzeldir burada veya akşam soğuk olsa da dışarı çıkıp yıldızları seyretmek.
Kısa da olsa hafta sonu tatili iyi gelecek, biliyorsun. Doğayla iç içe inşa edilmiş bu muhteşem ahşap ev kendini iyi hissettiriyor, gözlerinin dinlendiğini hissediyorsun, kulaklarının, içine çektiğin kokular, odadaki yanan ateşin hissettirdiği sıcaklık… Gözlerini kapatıyorsun bunları düşünürken, ruhun dinleniyor…
İstemsizce irkiliyorsun kapının tıklanmasıyla. Sıcacık bir gülümseme yayılıyor yüzüne. Hazırladığın kurabiyelerin yanına çay demleme zamanı geldi diye düşünüyorsun kapıya doğru giderken…