Başkalarının düşüncelerine çokça önem veren bir tanıdığınız vardır mutlaka. Ya da bizim değil de, bir arkadaşımızın baş belasıdır bu durum (temsilen). Öyle zor bir durumdur ki başkalarını öncelik yapmak, özgürlük diye bir kelimeyi hayatımızdan çıkarırız.
Davranışsal özgürlüğü hiç saymadan, düşünce özgürlüğünden bahsediyorum üstelik, neredeyse yok diyebilirim. Düşünce özgürlüğünün hiç olmaması demek, kabul görmeme düşüncesi ile mevcutta var olan fikrini bile dile getirememek demek. Söylersem tepki çekerimden tutun da, söyleyemem üzülür şeklinde listede yerini alıyor bu cümleler.
Demek istiyorum ki kısaca, başkaları için yaşamak bu. Söylesene kim senin için yaşadı da sen bunu öğrendin? Senin için yaşayan var mı? Biri senin için yaşasa nasıl davranış sergilerdi?
Söylenen hep şefkat.
Herkeste azıcık var olması gereken bir “başkaları” düşüncesinin, bazılarında ise hayatın tamamını oluşturması gerçekten çok acı. Çünkü bu düşünce; kendini kanıtlamak, talep edilen kalıba girmek, fikirlerimizi susturmak, temelde var olan kişilik yapımızı başkalarına göre şekillendirmek gibi birçok ağır durumun içine sokuyor bizi. Tüm bunları yapıyor olmamızdaki en önemli sebep ise, KABUL GÖRMEK.
İnsan kimlerden kabul görmeye ihtiyaç biliyor musun? En yakınlarından. En sevdiklerinden ve her şeyden önce, onu en çok eleştirenden. Kime kendimizi kanıtlamaya çalışıyorsak, onlar bize bu hissi yaşatanlardır. Beğenmeyen, daha iyisini bekleyen, eleştiren, takdir etmeyen kişiler işte onlar. Ve çocuk yanımız, tüm hassasiyetiyle kırılıp, kabul görmek, şefkat görmek için inatla çaba harcıyor.
Artık çocuk değiliz. Birer yetişkin olarak, kabul görme ihtiyacımız normal olsa da, fazlaca çabalar harcamamalıyız. Olgun taraf kabullenen ise biz de işe önce kendimizi kabullenerek başlamalıyız. Dikkat edin başkaları için yaşayan kaç kişi varsa henüz kendi kabulünden geçmemiştir. Kendini kabul eden, başkalarını da olduğu gibi kabullenebilir.