Bazıları hayatınıza aniden öyle bir girer ki, sen hazır mısın değil misin anlayamadan kendinizi bir anda duygu yoğunluğu olan ilişkinin içinde bulursunuz. Anlam verememişken henüz ne olduğuna, sevilmek sizi beslemeye başlar. Hem de öyle bir besler ki büyülenmiş gibi hissedersiniz. İyileşirsiniz. Ortada ne özgüven sorunu kalır ne yalnızlık korkusu.
Artık güvenir, kendinizi de bırakmayı öğrenirsiniz. O bana büsbütün geldi ben de tam anlamıyla gideyim, kurallarım olmasın, duvarlarım olmasın, onun için bir şeyler yapayım demeye başladığınızda bir bakarsınız partneriniz kayıp. Yani ilişkiyi bitirmek isteyebilir, gitmek isteyebilir ya da hiçbir açıklama yapmadan ortadan kaybolur ve siz aniden buluttan toprağa düşersiniz. Olayın şaşkınlığı ile aynalarınız kendinize döner; “ne yaptım?” “Ben ne yapmış olabilirim de gitti. Ama çok seviyordu. Bu kadar aşık biri nasıl böyle sorumsuzca hiçbir şey yokken gitmek ister ben mutlaka onu üzecek bir şey yapmış olmalıyım” soruları zihninizde milyonlarca tur atar. Hayat amacınız bitmiş, bir o kadar da hiç sevilmemiş gibi hissederseniz.
Kendinize gelin; KONU SİZ DEĞİLSİNİZ. Konu zaten hiçbir zaman siz olmadınız. Sizin iyi biri güzel/yakışıklı olmanız değildi. Ya da ünvanınız. Konu tam olarak onun duygu karmaşası ve tutarsızlığıydı. Bu ilişkiyi nasıl ki size sormadan kendi isteği ile başlattı, sonunu da yine benzer şekilde hazırladı. Aniden, kontrolünüz ve düşünme zamanınız yokken. Çünkü önemsediği şey sadece kendi duyguları ve dürtüleri idi. Çok yoğundu, çok yoğun yaşadı ve yaşattı gerçekten. Dibine kadar hissettiniz sevilmeyi. Çok yoğun da soğudu. Olmayacağına da kendisi karar verdi. Bu sebeple aynayı kendinizden uzaklaştırın. Siz bir hata yapmadınız. Sizin o ilişkide varlığınız o istediği ve hissettiği kadar vardı ve bu bir kişilik bozukluğuydu. Ama siz göremediniz. Şimdi de acısını en çok siz çekiyorsunuz. Oysaki iyi ya da kötü herhangi bir etkiniz olmayan ilişkiyi de yaşamış sayılmazsınız. Boşuna acı çekiyorsunuz. Çektiğiniz acının adı da tamamen sevilmeyi kaybetme acısı.