Bu zatı muhterem emekli bir subay, albay. Ama subay gibi bir subay.
1996 senesinde bir kitap yazmıştı adı. ‘ZAFERİN AYAK SESLERİ’
Askeri tarihe çok meraklı biri olduğum ve ben de bir asker çocuğu olduğum için hatim indirir gibi bu kitabı defalarca okumuş, kitapta adı geçen yerlerin bir kısmını fırsat buldukça ziyaret etmişimdir.
Ve mesela kendi kendime hep sormuşumdur; neden Büyük Taarruz denen o şanlı olayın hamaset edebiyatı dışında adam gibi anlatılmadığını.
Bu kitapta cevabını bulmuştum.
Aşağıda aktaracağım bazı satırlar bu değerli subayın kaleminden öğrendiklerim.
Türk Kurtuluş Savaşının pek çok yanı hep gölgede kalmış, bu yüzden de bazı densizler tarafından o Kutsal İsyan aşağılanmaya çalışılmıştır. (O fesli herifi hatırlayın)
İnönü muharebeleri küçümsenmiş, Sakarya savaşına giden yol nedense saklanmış, ve Sakarya savaşı gibi aslında Kutsal İsyanın dönüm noktası yeterince ele alınmamış, son zamanlara kadar doğru dürüst bir müzesi bile açılmamıştır.
Gelelim Büyük Taarruz günlerine.
Sakarya savaşından sonra Yunan ordusu olabildiğince düzgün bir şekilde geri çekilmişti.
Moralleri bozuktu ama ikmal hatları kısalmış, cephe boyunca tahkimat yapabilmişlerdi. Zaman içinde kendilerine gelebilir ve neden olmasın zaten kaynar bir kazan haline dönüşmüş Ankara’ya tekrar yüklenebilirlerdi.
İngilizler üstünden Ankara’da olup bitenleri dakikası dakikasına izleyebiliyorlardı. Gazi paşanın düşüşü çok uzak görünmüyordu, meclis içinde katı bir muhalefet vardı bunların bir kısmı padişah yanlısı, bir kısmı ise Enver artığı tiplerdi. Hepsi kendi meşrebince Paşaya saldırıyordu.
Artık askeri bir başarı olmayınca çözümü diplomasi ile aramak lazım gelir diyenlerin sayısı artıyordu.
Asırlar boyu ihmal edilen Anadolu insanın ve doğasının uzun bir savaşı sürdürebilecek takati kalmamıştı.
Bu büyük savaşın unutulmaz komutanlarından olan KARABEKİR paşa bile Sakarya sonrası olup bitenden şikayetçi idi, keza Refet paşa ve hatta Rauf bey, Gazi paşanın karşısında yer almaya başlamışlardı. Ali Fuat paşa cephede aktif bir görev almaktan olası bir yenilginin sorumluluğundan kaçmak için çekinmişti.
Bütün bu şartlarda orduyu elde hazır tutmak çok zordu. Malta adasında tutuklu bulunan eski komutanların geri gelmesi bir başka sıkıntıya yol açıyordu bunlardan en ünlüsü ve gerçekten de sıkı bir asker olan Ali İhsan Sabispaşa evlere şenlikti. Cephe komutanı İsmet paşaya muhalefet ediyor her fırsatta onu küçümsüyor hakkında ileri geri konuşuyordu.
Yine de bir taarruz planı hazırlanmak zorundaydı. Daha fazla beklemek o ana kadar kazanılanların da kaybedilmesine sebep olabilirdi.
Fevzi, İsmet ve Gazi paşa baş başa verip bir plan hazırlayacaklardı.
Yunan ordusu Afyon’u merkeze alan sağlam bir savunma hattı inşa etmişti, üstelik bu savunma hattı geriye doğru kademeler içeriyordu, kısaca eğer ön hat yarılırsa arka hatlar yedekti ve keza onlar da tahkim edilmişlerdi. İzmir tren yolu açıktı her türlü ikmal malzemesi buradan sağlanabilirdi.
Ancak Yunanistan da kaos içindeydi, ekonomi dibe vurmuştu. Cephede bir orduyu hazır tutmanın maliyeti katlanılamaz boyutlara gelip dayanmıştı. İngiltere bazı yardımları azaltmış, Fransa ise zaten bir süreden beri elini cebine atmaz olmuştu. İtalyanlar ise açıktan Türkleri destekliyordu. ABD kendi kıtasına çekilmişti. Sovyetler ise kuşkulansa da Ankara’nın arkasında kalmayı daha uygun buluyordu.
Yine de Ankara’nın stratejik rezervi çok sınırlıydı, elde avuçta ne varsa sarf edilmişti. Sonuç alınacaksa elde ne varsa onunla alınacaktı.
Bu durum çok riskli bir plan hazırlanmasına neden olmuştu. Yunan ordusuna en güçlü olduğu noktadan baskın bir vuruş yapılacaktı.
Hiç beklemedikleri yerden, Afyon’un güneyindeki aşılmaz görünen tepelerin ta ortasından…
Meclisteki muhalifler bağırıp duruyorlardı ‘ne zaman saldıracağız?’ veya ‘Maden saldırmayacağız neden diplomasiyi denemiyoruz’ en berbat olanı da Kara Vasıf gibilerin eleştirileriydi.
‘200 yıldan beri taarruz harekatı yapamadık, yapamayız ben de askerim bilirim bu işleri!’
Hadi bunlar siyaset soytarılığının gerekliliği idi. Ancak askeri muhalefet öyle değildi. Bu planı çok riskli gören askerlerin sayısı az değildi. Üstelik haksız da sayılmazlardı. Gazi paşanın harp okulundan ‘hocası’ olan Yakup Şevki paşanın önderliğinde ki bu kurmaylar planın detaylarını öğrendikçe açıkta Gazi paşayı eleştirmeye başlayacaklardı.
Diyorlardı ki: ‘eğer cepheyi çok kısa zamanda yaramazsak Yunan ordusu takviyeli bir şekilde Konya istikametine dalar ve bizi göller bölgesine çekilmek zorunda bırakır, böylece Ankara korumasız kalır ve vatan elden tümüyle gider!’ elde ki istihbarat raporlarına göre Yunan savunması öyle kolay kolay yarılacak gibi değildi.
Yani adamlar haksız değillerdi.
Peki ne tavsiye edersiniz dendiğinde ise ‘cepheden saldıralım baktık yaramıyoruz durup bekleriz.’
Gazi paşanın derdi yeni bir Türk yurdu yaratmaktı, idareyi maslahat ona göre bir çözüm olmazdı.
Son sözü söyleyecekti. Bu plan uygulanacaktı.
Plan;
Afyon güneyinde Ahır dağına kadar olan 40 km’lik cephe yarma sahası olacaktı. Tınaz tepe ile Kurtkayası arası asıl vuruş darbesinin yapılacağı yer olarak seçilmişti. Burada Türk ordusunun sayısal üstünlüğü 3 e 1 olarak planlanmıştı.
Yakup Şevki paşa bu sefer de ‘nasıl olacak da bu kadar kuvveti düşmana sezdirmeden o kadar güneye kaydıracağız’ diye soruyordu.
Öyle ya 70 bine yakın asker en uzağı 100 km, en yakını 40 km yol yürüyecek ve düşman bunu fark etmeden siperlere girecek.
O günün şartlarını bir düşünün binlerce asker onlara eşlik eden levazım konvoyları, hepsi at-eşek-katır ve kağnı arabası. Doğru dürüst yol yok, harekatı gizleyecek orman falan hak getire, Yunan ordusunun elinde 50 kadar uçak var hava keşfi yapabiliyorlar. Dile kolay 70 bin asker, Türk ordusunun 3 de 2’si.
Ama olamaz denen olacaktı. Bugün bazı beyinsizlerin küstahça ‘olmasaydın da olurduk’ diye höykürdüklerine bakmayın.
‘OLMASAYDI OLMAZDIK!’
Şimdi gelelim zurnanın zort dediği yere: neden o bölgelerde ki savaş sahaları hiç değilse bir kısmı korunmaz, neden Yunan siperlerinin benzerleri yapılıp nasıl bir muharebe oldu, o şartlar ne kadar zordu hatırlatılmaz. Hadi bunları geçtik neden adam gibi animasyonlar ile bu konu gençlere anlatılmaz.
Hadi kalın sağlıcakla.