Doğduğumuz coğrafyadan örnek vermeyeceğim. Arkadaşlar çok alıngan, hani herhangi bir yüce makamın yanında aksırsan vaziyet kötü. Onun için örneklerimiz Batı coğrafyasından ve haliyle tarihten.
Napolyon Bonapart iktidarının zirvesinde, tüm Avrupa onun gözünün içine bakıyor. O zamanın en güçlü ordusu emrinde, Fransa tüm dünyada örnek alınan bir ülke, yüce Tanrı verdikçe vermiş. E haliyle etrafı yalaka dolu, deniyor ki bu adamı bulunduğu Birinci Konsül makamı kesmez onu İMPARATOR yapalım. İyi de, ‘ulan oğlum sen cumhuriyet, halkın idaresi diye Kralın kafasını kesmedin mi?’ sormazlar mı adama.
Evet, o zaman bu işi meclis eliyle yapalım demişler, onlar halkın sözüm ona temsilcisi ya, onlar arkadaşı imparator ilan etsin, adına da ‘halk öyle istedi!’ diyelim. Korsikalı da ‘istemem ama yan cebime koy’ vaziyetlerinde.
Meclis toplanmış ve karar çıkmış süslü bir kağıda yazılmış ve Napolyon’un yanına çıkılmış:
‘Efendin sizi meclis olarak Fransa İmparatoru ilan ettik.’
Ama adamımız anasının gözü. Sormuş:
‘oy birliği le mi?’
‘hayır efendim oy çokluğu ile’
‘kim ret oyu kullandı?’
‘Lazar Carnot majesteleri’
‘Çok saygıdeğer biridir, asla rencide edilmesin!’
Sene 1804…
Şimdi Almanya’dayız; Almanların ‘Demir Şansölye’ dedikleri Prens Otto Bismarck’ın çalışma odası, Bismarck hasta, ağır bir grip geçiriyor kürk paltosunun içinde harıl-harıl çalışıyor, ateşi yüksek ama aldırış etmiyor. Doktor çağırmışlar, doktor gelmiş masanın başında dikeliyor, Demir Şansölye dönüp bakmadan ‘çabucak muayene et işini hemen bitir fazla soru falan da sorma’ diye emir kipinde konuşunca. Hekim bey çantasını toparlayıp kapıya yönelmiş;
Ve ,
‘o zaman sizi bir baytar muayene etsin!’ demiş.
Demiş mi?
Essahtan demiş.
Bismarck, adamı zor bela kapıda durdurup kendisinden özür dilemiş.
Dilemiş mi?
Essahtan dilemiş.
Şimdi de sıcak İspanya topraklarına uzanalım. Flemenko diyarına, sene 1920’ler.
İspanya gerici yobaz dinci kilisenin baskısı altında dünya egemeni olduğu günleri çoktan mazide bırakmış, yoz, yobaz, cahil bir ülke. Monarşi ile yönetiliyor ama esas oğlan rolünde Silahlı Kuvvetlerin başında olan bir general var; General Rivera. İktidar onun ellerinde, o ne derse o oluyor. (Onun hikayesini bana anlatan İspanyol iş adamına sormuştum ‘e bu ne iş hem adam alenen diktatör hem de sevilen biri nasıl oluyor?’ diye aldığım cevabı hala hatırlarım; ‘Hiçbir muhalifini öldürtmedi!’)
Neyse bu arkadaş kör cahil değil, Avrupa tarihini iyi okumuş, Arapça dahil birkaç dil bilen evinin kütüphanesi dolu biri. Müzik sevgisi ise bilinen en ünlü zevki. Bir gün operaya gidiyor ön sırada kendine ayrılan gösterişli koltuğa oturuyor, ve bir puro yakıyor. Keyifle ilk nefesini çekiyor ki yanında operadaki yegane görevi yer göstericisi olan yaşlı bir adam geliyor ve İspanya’nın en güçlü adamına yanındakilerin dahi duyabileceği bir tonla;
‘Senyör General, operada sigara içmek yasak!’ diyor.
General adama bakıyor, ‘öyle mi’ diyor.
Teşrifatçı ‘evet senyör general bu sizin koyduğunuz bir yasak!’
General Rivera şimdi elindeki pabuç kadar puroyu ne yapsın.
Maestrodan izin alıp sahneye çıkıyor ve elinde hala dumanı tüten puroyu gösterip ahaliye şöyle diyor;
‘Bu akşam herkes puro içebilir!’
Gelelim en son örneğe, (yukarda saydıklarımız tarih tarafından genellikle olumlu tarif edilir.)
Ama bu son örnek! Tarihin yüz karası,
Adolf Hitler!
Sene 1945 Berlin bombalar altında Ruslar başbakanlık binasından birkaç yüz metre ilerde, son kale ha düştü ha düşecek.
Bizimkisi uzun zaman metres hayatı yaşadığı kadınla hayatını resmi olarak birleştirmek istiyor.
E o günlerde evlilik işi belediyenin görevlilerince yapılıyor. İyi de ortalık kan gölü, Berlin harabe bir halde. Adamımız Almanya’nın tek hakimi, zaten ‘Führer’ olarak anılıyor.
Demiyor ki;
‘Ulan biriniz nikah memuru olsun bu nikahı kıysın!’
Fellik- fellik nikah memuru aranıyor, hani yetkili biri olsun. Belediyeden yetkili bir nikah memurunu bulup getiriyorlar. Adamın eli ayağı titriyor, diyorlar ki ‘Führer evlenecek onun nikahını kıyacaksın endişe etme görevini yap!’
Adolf ile uzatmalı sevgilisi Eva adamın karşısına oturuyorlar. Nikah muamelesi esnasında kanunlara göre sorulması gereken sorular var; işte ad soyadı tespiti, şahitlerin kaydı falan. Ama bir soru var ki bu soru Adolf Hitlere ve müstakbel geline sorulacak;
‘Ailenizin kökünde ari ırktan olmayan var mı?
Ve hanımlar beyler evet, nikah memuru bu soruyu da soruyor.
Kimse de ‘urun kellesini’ demiyor.
Adolf cevap veriyor; ‘yok’
‘Ee ne var bunda’ diyenleriniz için lafım yok.