Napolyon…
1812 senesinin Kasım ayının son günleri, Napolyon ve onun ünlü ‘Grand Armee’si Rusya steplerinden çekiliyor. Berezina nehrinin üstünden karşı kıyıya geçebilirlerse (şimdi Belarus cumhuriyeti sınırları içinde) on binlerce Fransız askeri, yorgun, yaralı, hasta o kış gününde kendilerini kurtarmaya çalışıyor, tek şansları karşı kıyıya bir an önce kapağı atabilmek ve peşlerinden olanca hırslarıyla gelen Rus ordusunun öncülerinden kaçabilmek.
Ama bu iş dile kolay, düşünün on binler kıyıya birikmiş vaziyette, Rus süvarileri hemen peşlerinde yalın kılıç geliyorlar, esir falan almıyorlar. Fransız ordusunda disiplin bir anda bozuluyor, herkes her yere koşuşturmaya başlıyor, bazıları kendini nehrin buz gibi sularına bırakıyor. İşte o bozgun anında Rus askerlerinin gözü bir adama takılıyor, üniformasından anlaşıldığı kadarıyla bu bir subay, dahası belki de general. Çılgın gibi Fransız askerleri arasında dolanıyor, bir şeyler söylüyor, onu dinleyen askerleri hemen tertibat alıp defans pozisyonuna geçiyor. Adam ateş altında oradan oraya seyirtiyor, kişisel güvenliğini hiçe sayarak elde kalan askeri yapıya bir düzen vermeye çalışıyor ve işin tuhafı beceriyor da. Çoğu yerde direnen Fransız ordusu Berezina nehrini geçiyor, Rusların nefesi ve kini orada tükeniyor.
Üç sene sonra Paris;
Napolyon son savaşını kaybetmiş, sürgüne yollanmış,18. Loui, (Kafası kesilen 16.’nın biraderi) tahtına geri dönmüş.
Fransa, Prusya-İngiltere-Avusturya üçlüsünün askeri kontrolü altında e ilahlar da kurban istiyor hem de kanlı canlı.
Napolyon,
I Ih, olmaz çok ünlü hala yüzbinlerce taraftarı var, İngiltere’de bile. Bir başkasını bulmak lazım.
Berezina’daki o deli herif olabilir mi *
Daha alası Şam’da kayısı. Adam iflah olmaz bir Napolyonist.
O günlerde Bonapartist de deniyor. Son Waterloo savaşında dahi o kadar çok ateş hattına girmiş ki, altındaki beş at ölmüş. Yenik savaşın son kahramanı. Ondan iyi kötü örnek mi olur.
Ama 19. Asır da olsa orası Fransa, yasalar ve töreler var. İster Napolyon, ister 18. Loui, fark etmez, ‘urun kellesini’ adeti oralarda geçmez. Adamımız Askeri Mahkeme’ye sevk ediliyor. Ne var ki subaylar bu konuda çok rahatsız eski bir silah arkadaşlarını yargılamak istemiyorlar, çünkü adam hakkında hüküm zaten ‘majesteleri’ tarafından verilmiş. Yargılama işi tamamen soytarılık. E onca savaşın ateşinde vaftiz olmuş gerçek askerler için bu durum katlanılmaz ama öte yanda bu isteği yerine getirmezler ise kendileri de ipe gidebilir, ordudan kovulurlar, apaçık, aç bilaç orta yerde kala kalırlar.
18. Loui de anasının gözü, olup bitenin farkında‘bu sözüm ona hakim heyetine öyle bir başkan atayayım ki diğerlerinin sesi kesilsin.’ diye düşünür ve bir başka Napolyon dönemi -mareşali- Adrian Junot de Moncey’i atar. Adam iyi ve usta bir asker ama kesin olarak Napolyon hayranı biri değil, dahası muhalif, en yakın arkadaşı mecliste Napolyon’u imparator ilan eden karara imza atmayan Carnot.
Hatta bu yüzden bir süre orduda aktif bir göreve atanmamış bir general. Mahkemedeki hırt ile de öyle çok yakın bir ilişkisi yok, üstelik 18. Loui ona bir sürü iltifatlar falan da etmiş. Eğer -o- mahkemeye başkanlık ederse saygınlığı sayesinde diğer generaller de fazla mesele olmaz denklemini kuran kral Moncey’den gelen bir mektupla alt-üst olur, şaftı kayar.
Mareşal Moncey görevi kabul ETMEMEKTEDİR. Gerekçesini mektubunda anlatmıştır. Mealen şunları demektedir: ‘mesele bu adamın suçlu olması veya olmaması değil, onu yargılayacak olanların kaçı ona hayatını borçlu olması meselesidir. O Berezina’da bir orduyu facianın eşiğinden kurtarırken onu bugün yargılayacak olanlar neredeydi. Bir asker olarak görevini yapmaktan başka neyle suçlanabilir. Hayır Majesteleri, şimdi işgal altında olan ülkemi belki kurtaramam, hatta bu emre karşı gelerek hayatımı da kurtaramam, ama şerefimi kurtarabilirim.’ der.
Moncey tehdit edilir, her türlü rüşvet önerilir, ama ikna olmaz hemen hapse atılır. Ne var ki atanmış mahkeme başkanından bu kadar okkalı çıkışı duyan diğer generaller şu karara varırlar: bu askeri mahkeme Mareşal Ney’i yargılama yetkisine haiz değildir.
Mahkemenin politik arenada yapılması gerekir, bir tür ‘yüce divan’, orada asker sivil karma bir heyet olacaktır. Onlar Kralın iradesine uygun bir karar verirler ve oy çokluğu ile Ney kurşuna dizilerek idama mahkum edilir. Avukatları (ne o niye şaşırdınız evet avukatları) son dakika çaresi olarak Ney’in doğum yerinin Prusya devleti topraklarında kaldığını ve bu yüzden bir Fransız mahkemesinin bir -Prusyalı- hakkında yargılama yapamayacağını bildirerek karara itiraz ederler. Ama bu sefer Ney, itiraza itiraz eder. ‘Hayatım boyunca Fransa için çarpıştım!’
Ney kurşuna dizilir ve efsanelere konu olur. Moncey, üç ay sonra hapisten çıkar ve saygıyla karşılanır. 1842’de sulh içinde ölür. Bugün Fransa’nın bazı yerlerinde adına pek çok anıt vardır.
Sözün özü ne mi?
‘Üniformayı beden değil, ruh giyer’ olabilir mi?
Veya
‘Askerlik yan gelip yatma yeri değil.’