Son yıllarda Türkiye’miz adeta seçimle yatıyor, seçimle kalkıyor. Son beş yılda, hafızam beni yanıltmıyorsa, halkımız beş kez sandığa gitti ki, bu sayı bir ülke için gerçekten çok fazladır. Ve bu hafta sonu bir seçim daha yapacağız, önümüzdeki yıllarda ülkemizi hangi kadroların yöneteceğini belirleyeceğiz. Seçim sonuçlarının şimdiden hayırlı ve uğurlu olmasını dilerim, umarım kazanan ülkemiz olur.
Gergin Türkiye
Amma ve lakin, son zamanlarda ülkemiz çok gergin bir sosyo-psikolojik sürece girdi. İnsanımız, “sen-ben, şuncu-buncu, şu partili-bu partili” noktasında keskin bir ayrıma doğru savruldu, savruluyor. Farklı siyasi partilere mensup insanlar neredeyse birbiriyle selamlaşmaz noktaya geliyor. “Hain! Vatan Haini! Hırsız! Katil! Şerefsiz! Bölücü! Gerici!” türünden çok ağır, ispatı mümkün olmayan sübjektif suçlamalar ve hakaretler ortalıkta cirit atıyor! İntikamcı bir dil süratle toplumsal vicdanı ele geçiriyor ve hakim oluyor. Hiç kuşku yok ki bu fotoğraf ülkemiz açısından hem çok tehlikeli, hem de Türkiye’ye yakışmıyor.
40 yıl sonra aynı film!
Türkiye 1970’li yıllarda bu tür “suni” kamplaşmaların bedelini çok ağır ödedi. Bir nesil, bu yersiz kavgaların neticesinde tarumar oldu, hayatlar karardı. Halbuki 70’li yılların hengamesinde sağ-sol şeklinde bir kategori göze çarpıyordu. Yani taraflar, “benim ideolojim hakim olursa ülkemin daha çok hayrınadır” noktasında bir mücadele veriyordu, anlaşılabilir bir durumdu. Oysa şimdi, etnik ve mezhepsel ayrışmalar ve renkler de siyasi sahada varlığını göstermeye başladı ki, bu kelimenin gerçek anlamıyla bu ülke için “ölümcül” bir sorunsaldır. Ülkemiz 1970’li yıllarda yaşanan facialardan hiç mi ders almamış ki, 40 yıl sonra tekrar aynı filmi izlemek ve yaşamak zorunda kalıyor? Olacak iş değil.
Kazanan Türkiye olmalı
Türkiye bir an evvel bu gergin psikolojik ortamdan çıkmalıdır. Bu tür sert kutuplaşmalardan hayır gelmez. Siyasi parti liderleri söylemleri ve açıklamaları ile bu sürecin önünü açmalıdırlar. 1 Kasım seçimlerinin sonucu ne olursa olsun, (tahmin ediyorum ki Ak Parti önceki seçime göre çok daha yüksek bir oy alarak hükümet olacak) asıl kazananın parti değil Türkiye olduğu, olacağı, yolunda bir algının süratle yaygınlaşmasında büyük fayda var. Çok açık görünüyor ki, Türkiye siyasi bir kargaşayı, kavgayı ve ayrışmayı kaldırabilecek durumda değildir. Gerek ekonomik, gerekse sosyolojik olarak Türkiye böylesi bir tehlikeli iklimde yaşayamaz.
Evet, ölümüne adalet!
Siyasi liderler, kanaat önderleri, sivil toplum kuruluşları ve aydınlar, en çok bu noktada kelam etmelidirler. Toplumsal barış, bu günün Türkiye’sinde artık ekmekten ve sudan daha fazla ihtiyaç haline gelmek üzeredir. Bu süreçte dilimizden düşürmememiz gereken kavramlar, sırasıyla; adalet, liyakat, kardeşlik ve hukuk olmalıdır. Bu gri iklimi normalize edecek “sihirli değnekler” bunlardır ve başta siyasi parti liderleri olmak üzere kanaat önderleri ve aydınlar bu kavramları dillerinden düşürmemek durumundadırlar.
Ya adalet, ya felaket!
Bu ülkede yaşayan hiç kimse, hangi etnik yapıya ve mezhebe mensup olursa olsun hiç kimse, altta kaldığı, ötekileştirildiği, itilip kakıldığı, bu sistemde yerinin olmadığı hissine kapılmamalıdır. Bu ülke için en büyük tehlike budur. Herkesin hukuk karşısında eşit olduğu, eşit kılındığı, eşit muamele gördüğü bir Türkiye, herhalde aklı başında olan herkesin hayalidir. Biliyorum, bunları demesi kolay, yapması zordur. Ama bir şey daha söyleyeyim, başka bir yol da yoktur! Diğer “yolların” hepsi de uçurumlara çıkıyor, vesselam!
Yüreğine sağlık Eşref Ural.