Lozan görüşmelerinin son günlerine doğru, olayın şekli büyük oranda netleşmeye başlamıştır ve bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti, aşağı yukarı, netleşmiş haldedir. Yunan heyeti gelişmelerden çok rahatsız olur ve ergen okul talebeleri gibi oturumlarda gürültü etmeye, sıra kapaklarına vurmaya, kapı pencere çarpmaya başlarlar. Bu böyle devam ederken, İngiltere adına barış görüşmelerine katılan ve aslında Lozan’da moderatörlük yapan İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, sinirlenir ve Yunan heyetini bir odaya davet eder. “Derdiniz ne?” diye sorar. Yunan heyeti, Türklere satıldıklarını falan söylerler. Lord Curzon, meseleyi kestirip atar; “Kesin zırlamayı, İsmet’e 90 yıl müsaade ettim, o kadar.”
Nitekim İsmet Paşa’nın da, sonraki yıllarda yakın çevresine, “Yüz yıl müsaade aldık geldik” dediği söylenir. Şu halde, devlet ricalinde bir “yüz yıllık müsaade” repliğinin nesilden nesile aktarıldığına hükmedebiliriz. Ve eğer böyleyse, en azından Türkiye’de son elli yılda yaşanan pek çok siyasi meseleyi ve ülkemizin yaşadığı çok önemli askeri, siyasi ve ekonomik olayı, bir de bu bağlamda yeniden ele almak gerekmez mi? 1960’tan bu yana yaşanan siyasi tarihi belki de bu gözle yorumlamakta fayda var.
Bu yazıyı bilhassa Afrin Harekatı’nı bir “iç siyasi mesele” diye okuyan, “içerdeki siyasi pozisyonu korumak için Afrin’e girildiğini” düşünen kardeşlerimin, dostlarımın dikkatle okumasını öneriyorum. Zira benzeri değerlendirmeler 1974 Kıbrıs çıkartması sürecinde ve devamında, Bülent Ecevit için de söylenmişti. Bülent Ecevit, Kıbrıs davasını siyasi ranta çevirmekle suçlanmış ve bu konuda epey sıkıştırılmıştı zamanında. Oysa şimdi o harekatın tamamen milli çıkarlar için yapıldığını, haklı, meşru ve mecburi bir çıkış olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. Kaldı ki, bu operasyon bir toprak elde etme amacı taşımıyor, ülke güvenliğini tesis etmek buradaki temek amaç. Bu Afrin meselesine önyargılı ve tepkisel yaklaşan kardeşlerimize, bir de “doksan yıllık müsaade” bağlamında bakmalarını öneriyorum, zira süre bitiyor ve bu nedenle süreç biraz daha hızlanmış durumdadır.
Elbette Ak Parti Hükümeti’nin icraatları eleştirilebilir, eksikleri, hataları dile getirilebilir ve muhalif duruşu olan her vatandaş ve her siyasi parti bunu özgürce yapmalıdır. Zaten yapılıyor da. Ama bu Zeytin Dalı Operasyonu’nun “içerdeki pozisyonu korumak/kurtarmak için yapılan bir atraksiyon” olarak yorumlamak, hem bilimsel bir iddia olmaz, hem de tarih ve coğrafya bu iddiaya sıcak bakmaz. Türkiye bu operasyonla hem emperyalizmin Ortadoğu planlarına hayır dediğini/diyeceğini tüm dünyaya duyurmuştur, hem de kendisine karşı yapılan, yapılması düşünülen tehlikeli hesaplara karşı topyekün direnç göstereceğini ilan etmiştir.
Risk var mıdır? Evet. Tehlike var mıdır? Evet. Sonuçta maksat hasıl olur mu? İnşallah, ama bilmiyorum, bilinmez. Çünkü burası Ortadoğu ve buradaki şeytan sayısı dünyanın diğer coğrafyalarındaki şeytan sayısının bin katıdır! Kimin eli kimin cebinde bilinmez, akıl almaz bir dünyadır. Ama tekraren söylüyorum, Türkiye bu harekata, Lord Curzon’u haklı çıkartmamak adına mecburdur.
İçerde yine birbirimizi eleştirelim, hiç itirazım yok, herkesin en demokratik hakkıdır. Ama bu gerçekten milli bir meseledir ve partiler üstü bir konumdadır. Bu anlamda, Afrin çıkartması güncel siyasetin bir konusu, uzantısı ya da parçası değil, tarihin ve coğrafyanın konusudur. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı neyse, Zeytin Dalı Operasyonu da odur.