Türkiye 1960’lı yıllara olağanüstü çalkantılarla girdi. Başvekil Menderes, başta ABD olmak üzere, hem uluslararası çevreler hem de güvenlik bürokrasisindeki Kemalist kadrolar tarafından fena halde bunaltılıyordu. Bu arada Başvekil Menderes, sadece ABD Bloğuna bağlı kalarak hareket etmenin zararlarını görmüş ve Sovyetler Birliği ile flört halindedir. Bizim ferrokrom, Seydişehir Alüminyum ve Ereğli Demir Çelik gibi fabrikalar Rus mühendisler eliyle inşa edildi. Başvekil Menderes, ayrıca, çok önemli ekonomik - ve belki de siyasi- antlaşmalar yapmak üzere bu yılın Temmuz ayında Moskova’ya gidecekti. Lakin kısmet olmadı, 27 Mayıs sabahı milletin seçtiği hükümet, askeri bir darbeyle devrildi, Menderes tutuklandı ve idam edildi.
Darbeler, idamlar, infazlar çağı…
Türkiye 1970’li yıllara olağanüstü çalkantılarla girdi. Sokaklar ve üniversiteler yine hareketliydi. Evet, 1970’lere geldiğimizde ortalık toz dumandı ve 12 Mart 1971 sabahı, yüksek askeri komuta bir muhtıra yayımladı ve Demirel Hükümeti Amerikancı subaylar eliyle indirildi. “Solcu aydınlar”(!), herhalde düşürülen Demirel olduğu için, “sol bir darbe” yapıldı zannederek sevindiler! Lakin işin aslı tez zamanda anlaşıldı ve gençler, yazarlar, gazeteciler, akademisyenler, süratle tutuklanmaya başladılar. Ziverbey köşkü Solcu/Kemalist kadrolarla dolduruldu, burada işkenceler tertip edildi. Devamında Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de, Deniz Gezmiş’in arkadaşları Nurhak Dağlarında infaz edildiler. Ve nihayetinde Deniz de 1972 Mayıs’ında idam edildi ve perde kapandı.
Halkı “kurtaran” darbe!
Türkiye 1980’li yıllara olağanüstü çalkantılarla girdi. Sokaklar kan gölüydü, gençler öldürülüyor, bombalar patlıyor, mitingler taranıyor ve ülkemiz bir yerlere doğru sürükleniyordu. Ve ordu yüksek kademesi, 12 Eylül 1980 sabahı ülke yönetimine el koydu! Partiler kapatıldı, binlerce insan tutuklandı, işkence tezgahları çalıştırıldı, idam sehpaları kuruldu. Koskoca ülke tam bir cehenneme dönmüş bulunuyordu. Özal döneminde bir nebze ferahlık gelmiş gibi görünse de, asıl yetki yine de askerlerin elindeydi. 1980’li yıllar böyle geçti.
Ve lanetli 90’lı yıllar
Türkiye 1990’lı yıllara olağanüstü çalkantılarla girdi. “Kürt sorunu” denilen bir vak’a girmişti hayatımıza. Her yerde bu mesele konuşuluyordu, kanlı, canlı ve pek ateşli. Ve 1993 yılında infazlar devletin tepesine kadar ulaştı. Önce Uğur Mumcu, sonra Eşref Bitlis, sonra Özal ve diğerleri… Ve aynı yılın Temmuz ayında, Sivas’ta bir otelde, onlarca aydın, gündüz gözü yakıldı. Devlet o denli acz içindeydi ki, ne kalabalığı dağıtmaya yeltendi, ne olan biteni engellemeye çalıştı. Ve olaylar devam etti, infazlar, kayıplar, çatışmalar. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, 1994 yılında çok büyük bir ekonomik kriz patlak verdi, halkımız bir günde mal varlığının yarısını kaybetti!
28 Şubat tiyatrosu
Sonra bir de, bunca derdin ve belanın ortasında, “28 Şubat tiyatrosu” peydah oldu! Daha on ayını doldurmamış bir hükümet, Erbakan Hükümeti, bin bir türlü şaklabanlık icat edilerek indirildi. Ve akabinde dindar vatandaşlarımız üzerinde muazzam bir baskı ve zulüm dönemi başlatıldı. Başını örten bütün kızlar “gerici” ilan edildi ve üniversitelerden atıldılar, işlerinden kovuldular. Devamında Ecevit-Bahçeli-Yılmaz Hükümeti kuruldu, ama bu hükümet “yapay” bir hükümetti, hiçbir derde çare olamadığı gibi, 2001 krizine sebep oldu ve Cumhuriyet tarihinin en büyük soygununa imza atan hükümet ünvanını kazandı!
Ve nihayet AK Parti
Buraya kadar tam 40 yıllık bir özet yapmış bulunuyorum. Türkiye’nin bu kırk yılda ne kadar bezdiğini ve yıprandığını anlatmama herhalde gerek yok. Ve 2002 yılına geldiğimizde Türkiye gerçekten çok yorgundu. Manzara tam anlamıyla “Fetret Devrini” hatırlatıyordu ve işte AK Parti, böylesine kaotik, berbat ve lanetli bir kırk yılın sonunda ortaya çıktı. Evet, Türkiye çok yorgundu ve kendi diline, kültürüne, inancına, kısacası “kendisine” sahip çıkacak bir liderliğe ve kadroya ihtiyacı vardı. İşte Recep Tayyip Erdoğan bu siyasi iklimin eli mahsulüdür. Ve bu topraklarda yaşayan insanların hafızalarında o berbat kırk yılın kayıtları silinmediği sürece de, AK Parti’ye olan ilgi mevcudiyetini korumaya devam edecektir.