Alevilik kavramı çocukluğumdan beri aklımın bir köşesinde, bir mesele olarak, dönüp durur. Hayatımın, hatta kaderimin bir parçası gibi hissederim bunu bazen. Hani var ya pek güzel bir Kürt Atasözü; “yavaş giderim bela bana yetişir, hızlı giderim ben belaya yetişirim” diye. O hesap yani. Nere gitsem bulur beni ya da ben bulurum. Şikayetçi miyim? Hayır, asla! Aksine, “derdim bana derman imiş” diye bakıyorum.
Bir gözaltı hatırası
1988’in Kasım ayıydı, demek ki tam 31 sene geçmiş üzerinden, 50-60 civarında üniversite talebesi, Eskişehir Emniyet Müdürlüğü’nün bodrum katında gözaltındayız. Az sonra mahkeme salonuna, oradan da Eskişehir Cezaevi’ne yollanacağız. Bekleşiyoruz ürkek gözlerle. O esnada bir telaş oldu, herkes şekline şemaline çekidüzen vermeye başladı. Belli ki etkili ve yetkili birileri inmişti aşağıya. Hepimiz daire olduk, ayakta bekleşiyoruz. Muhtemelen İl Emniyet Müdürü, her bir arkadaşımızın karşısına geçip, sanki anket yapar gibi, şu iki suali soruyor; “Adın ne?”, “Nerelisin?”
Tek sünni bendim!
O güne kadar hiç farketmemiştim ama grupta Tuncelili, Erzincanlı, Sivaslı, Karslı, Maraşlı, Malatyalı ve Hataylı olmayan bir ben vardım! Sıra bana geldi. Önce elime yüzüme baktı, sonra sert bir tonda sordu; “Sen nerelisin lan?” Henüz dudaklarımdan “Burdur” kelimesi çıkmıştı ki, mideme inen bir tekme ile yere yığıldım. Nefes alamıyordum ve muhtemelen az sonra ölecektim! “Ulan it, hadi bunlar Kızılbaş, terörist de olur, anarşist de, sana ne oluyor?!?!”
Türk ve fakat…
Ömrümün önemli bir kısmı tarih okumaları ile geçti. Türkiye üniversitelerindeki pek çok tarih doçentinden fazla kitap okuduğum kesindir ve hala da çok okurum. Ama ne vakit Aleviler üzerine bir kitap okusam, şaşkınlığımı gizleyemem. Türklerin kurduğu bir ülkede, köken olarak Horasan bölgesinden geldikleri genel kabul gören ve katiyetle Türk kavmine mensup bir topluluk, akılalmaz toplumsal, ahlaki suçlamalara, ithamlara, iftiralara maruz kalıyordu; bu noktayı hayretler içinde izliyordum.
Alevilerimize borcumuz var
Ama her şeye rağmen Alevilerimiz, geçen bin yıllık süreç içerisinde, yine de inançlarını, geleneklerini, göreneklerini korumayı başardılar. Bunca itilip kakılmalarına ve dahi Batılı istihbarat örgütlerinin şeytani planlarına rağmen, ülkemize olan sadakatlarını hiçbir zaman yitirmediler. Ve ayrıca, Alevilerimizin bu inatçı karakteri olmasaydı, muhtemelen Anadolu’da hiçbir evde bağlama dediğimiz o muhteşem çalgı olmayacaktı!
Kepez Belediyesi’nin Altınova Cemevi inşaatının temel atma törenini izlerken, bir yandan da okuduklarım, bildiklerim, yaşadıklarım gelip geçti gözlerimin önünden. Hâlâ aynı kanaatteyim, bu topraklarda Alevi inancına mensup kardeşlerimize hiç hak etmedikleri ve aklın/mantığın/vicdanın kabul edemeyeceği mahiyette ağır ithamlarda bulunulmuştur ve bu anlamda, toplum olarak, Alevilerimize bir büyük özür borcumuz vardır.
Daha derin, daha değerli
İşte Kepez Belediyesi’nin Altınova’da imalatına başladığı Cemevi projesi, elbette toplumsal barış, kardeşlik ve bir hakkın teslimi mahiyetinde bazı fonksiyonlara sahipse de; bundan çok daha derin ve değerli anlamlar taşıyor. Ben tam da bu bağlamda, Hakan Başkan’ı, bu cesur, kararlı ve samimi duruşundan dolayı kutlamak isterim. Yurtseverlik, ülke sevgisi ve insan aşkı böyle zamanlarda belli olur.
Altınova Cemevi, önümüzdeki yılın Haziran ortalarında, inşallah, resmen açılacak. Elbette açılış günlerinde de diyeceklerim olacak, ama şimdilik bu kadar. Ne demiş atalarımız, “lafın tamamı deliye söylenir.” O halde susalım ve lafın gerisini sonraya saklayalım.