Geçen gün dindar-muhafazakar (ve Ak Partili olmayan) bir arkadaşımla sohbet ediyoruz. Söz Hükümetin sosyal politikalarından açıldı. Biraz ironik ve biraz da sitemkar bir edayla; “Böyle giderse Ak Parti sosyalist olduğunu iddia edecek!?” deyiverdi. Ben de “inşallah!” dedim, bastık kahkahayı! Sonra, nereden çıkarttın bunu diye sordum ve şunları sıraladı; Üniversite harçlarının kaldırılması, okullarda bedava kitap dağıtılması, evlilik yardımları, anne-çocuk destek fonları, çalışanların sosyal hakları, hasta ve özürlülere dönük bakıcı desteği, Kürt meselesinin barışçıl çözümüne yönelik çabalar, inkarcı olmayan politikalar, kimliklere ve inançlara saygı…
Vahşi kapitalizme fren
Pek âlâ biliyoruz ki bu talepler, Avrupa sosyal-demokrat ve sosyalist partilerinin 19. asrın sonlarından bu yana ısrarla dile getirdikleri, talep ettikleri, vaad ettikleri en temel siyasi argümanlardı. Ve bu talepler 19. ve 20. yüzyılda hep ve daima sosyal-demokrat partiler tarafından haklı olarak dile getirildi; çünkü vahşi bir kapitalist süreç yaşanıyordu ve “kâr hırsı” bütün insani değerleri paramparça ediyordu. Vahşi kapitalizme karşı bu tür sosyal talepler ve politikalar her daim karşılık buldu ve bulmaya devam edecektir. Eğer 19. ve 20. yüzyılda kapitalist-emperyalist zorbalık Avrupa’da bir nebze frenlenebildi ise, bunda sosyal-demokrat taleplerin ve politikaların etkisi olduğu kesindir.
CHP’ye zemin yok!
Ak Parti hükümetlerinin sosyo-politik alanda başarılı olmaları en çok da “sosyal-demokrat” olma iddiası taşıyan CHP’yi zor durumda bırakıyor. Bir anlamda Ak Parti ana muhalefetin elindeki en güçlü kozları almış gibi görünüyor. Ve bu reel durumdan dolayı CHP üst yönetimi, alternatif program ve politikalar üretme noktasında aciz kalıyor ve hükümeti bir takım “siyaset dışı” yollarla yıpratma ve düşürme gayretlerine başvuruyor. Ve bu arayış da milletin gözünden kaçmıyor ve doğal olarak CHP girdiği her seçimden yenik çıkmak zorunda kalıyor. Görünen o ki CHP Haziran seçimlerinden de yine ve yeni bir bozgunla çıkacak, çünkü hâlâ siyaset yapmamakta direniyor!
Sağcı-solcu şart mı?
Dindar arkadaşımın en başta söylediğine tekrar dönersek; elbette Ak Parti klasik anlamıyla söyleyecek olursam, “solcu” bir parti değil ve böyle bir iddiası da zaten yok. Ama Ak Parti, yine klasik anlamıyla söyleyecek olursam, “sağcı” bir parti de değil! Türkiye aydını bu toprakların siyasi iklimini Batı’nın bu basit kalıplarıyla tanımlamakta ısrar ettiği sürece, Ak Parti’yi hiçbir zaman anlayamayacak.
Parti değiştirmek ayıp mıdır?
Körfez Gazetesinde İdris Özyol, Salı günkü yazısında, “parti değiştirmek ayıptır” diye yazmış. Peki gerçekten böyle midir, meseleye bir başka pencereden bakalım hele. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, insan, üyesi olduğu partinin “esiri” ve/veya “kölesi” değildir ve olmamalıdır. Ve hiçbir parti “kutsal” değildir. Partiler totoliter rejimlerde kutsanır. Hayata dair duruşunuz vardır, ilkeleriniz vardır ve bu anlamda size yakın bir parti bulur, orada bu ilkeler uğrunda siyaset yaparsınız. Eğer üye olduğunuz parti sizin ilkelerinize aykırı bir yol tutmuşsa, siyaset dışı kurumların oyuncağı haline gelmişse, siyasi parti olma hüviyetini yitirmişse ve siz de bu gidişata engel olamıyorsanız, gücünüz yetmiyorsa, usulca o mekanı terk edersiniz. Gayrı şu halde asıl “ayıp”, sizin o partide bulunmanızdır! Ve kendinize daha yakın, düşüncelerinizi, söylemlerinizi önemseyen bir parti bulursunuz. Mesele bu kadar basit ve açıktır, abartılacak bir şey de yoktur. İdris Küçükömer Hoca, tam da bendeniz doğduğu yıl söyledi “Türkiye’de sol’un sağ, sağ’ın da sol” olduğunu. Ve bu tez hâlâ güncelliğini ve ağırlığını koruyor.
Ama ben yine de hayata bu kısır sağ-sol zaviyesinden bakmak yerine, Cemil Meriç üstadın önerdiği yerden, yani “namuslular ve namussuzlar” penceresinden bakmaktan yanayım. Böylesi çok daha doğru, verimli ve dahi “ahlaklı” görünüyor, tavsiye ederim.