En çok merak ettiğim sorulardandır; acaba bu topraklarda 1961-1969 yılları arasında doğan erkek çocuklarına “Adnan” ve “Menderes” isimleri verilme oranı nedir? Bu sorunun yanıtını bilmiyorum, ancak, “çok yüksek” olduğunu tahmin edebiliyorum. Bu millet kalben sevdiği liderlere sevgisini böyle gösteriyor, çocuklarına ismini veriyor. Kemal, Enver, Adnan, (yahut Menderes) ve Deniz… 20. yüzyılda çocuklarımıza uygun gördüğümüz politik referanslı isimler böyleydi, bakalım 21. yüzyılda listeye hangi isimler eklenecek.
“Adı Menderes olsun”
1964 yılının Temmuz sıcağında doğar, Adnan Menderes’in acısının taze olduğu, ardından yakılan ağıtların henüz kesilmediği günlerde. Baba Suphi Neşet Bey, yeni doğan bebeğe soy büyüklerinin adını verdikten sonra, hiç duraksamadan, “Menderes” adını da ekler. “İsim murattır” diye bir deyim var dilimizde. Muhtemelen baba Suphi Bey, yeni dünyaya gelen bu evladına “Menderes” adını koyarken, bir muradını da dile getirmiş oluyordu; Menderes’in yolundan yürümek ve bu yolla memlekete hizmet etmek.
Türel değil, Menderes
Bu isim bahsinde dikkatimi çeken bir nokta da şudur; dikkat ediyorum, biraz Menderes Türel’i tanıyan, onunla selamı-sabahı olan herkes, onu hep “Menderes” diye anıyor. Pek az kişi “Türel” diyor, ama çoklukla ön ismiyle kulakları çınlatılıyor; “Menderes’i dün akşam televizyonda izledim”, “Menderes’i ziyaret ettim”, “Menderes yarın bizim mahallede toplantı yapacak”… Sanki kapı komşusu, sanki sınıf arkadaşı, sanki iş arkadaşı. Antalya (aslında Türkiye de diyebilirim) siyasi tarihinde ön ismiyle anılan siyasi aktör çok azdır ve insanlar genellikle kendisine yakın hissettikleri, sevdikleri, beğendikleri, içlerinden birisi saydıkları siyasi önderlere bu yaklaşımı sergiliyorlar.
Müzisyen başkan
Piyano festivallerinden birisinde sahne aldığında Antalya’da ve Türkiye’de çok yorum yapıldı, çok konuşuldu. Menderes Başkan’ın bu vizyonu çağdaşlığın ve modernliğin bir tezahürü olarak lanse edildi. Kuşkusuz piyano başında bir belediye başkanı fotoğrafı çok hoştu, ama ben o fotoğrafı “modernlik”, “çağdaşlık” gibi kavramlarla ilişkilendirmeyi pek anlamlı bulmadım. Açıkçası benim modernite anlayışıma uygun düşmüyordu bu tür değerlendirmeler. Ben meseleye daha çok “insani” açıdan baktım ve, “müzikle ilgilenen ve enstrüman çalabilen bir insan duygusal olur ve duygusal bir ademden de kimseye, -fayda gelir- zarar gelmez” diye yorumladım, hâlâ da buradan bakıyorum. Piyano, bağlama, ud, gitar yahut kaval, hiç fark etmez. Bir müzik enstrümanı icra edebilen bir kamu yöneticisi kesinlikle bu şehir ve bu ülke için hayırlıdır.
Düşe kalka yürümek
“Her şerde bir hayır vardır” diye bir deyim var gündelik hayatımızda ve elbette öyledir. O anda göremeyebiliriz, ama başımıza gelen ve bizi üzen bazı olayların “hayrımıza” olabildiğini zaman içinde görürüz, anlarız. Bu günden 2009 seçimlerine dönüp baktığımda bunu daha net görebiliyor ve ifade edebiliyorum. Çok açık ki bu süreç, 2009-2014 dönemi, Antalya için çok ciddi bir kayıp olarak tarihe yazıldı, ama ben bunun Menderes Türel’in hayrına olduğunu düşünüyorum. Menderes Başkan’ın vekil olarak meclise gitmesi ve ilaveten, partisinde yüksek bir görev ifa etmiş olması, şahsından ziyade Antalya için büyük bir şans oldu ve şimdilerde Antalya, aslında bu dönemin meyvelerini topluyor, daha da toplayacak.
Can gider, hizmet kalır
Nihayetinde her birimiz bu dünyada üç günlük misafiriz, vakit gelince de çekip gideceğiz. Bizden geriye ne kalır sorusuna cevabım şudur; söylediğimiz güzel sözler ve insanların hayrına yaptığımız işler. Bu bazen bir şiirdir, bazen bir beste; bazen bir yoldur, bir park, bir meydan... Adını bilmediğiniz, yüzünü görmediğiniz insanlar bu nedenle size dua okur, teşekkür eder. O dualardır ki sizi ve sevdiklerinizi görünmez belalardan korur. Ve öyle görünüyor ki Menderes Başkan daha uzun yıllar teşekkür duymaya ve dua almaya devam edecek, çünkü Antalya’da güzel şeyler oluyor.