Ne günlere kaldık! Adam işi gücü bırakıp iş yerime kadar geliyor ve adeta bana hesap soruyor; “vay, sen o şahısla nasıl görüşürsün, onunla nasıl fotoğraf çektirirsin, onunla ilgili nasıl olumlu şeyler söylersin, o şahıs senin mensup olduğun partiye sürekli muhalefet ediyor!”. Özetle mevzu bu. Cevabını verdim elbette, ama anlayıp anladığından emin değilim. Tabi biz şimdilerde herkesin her bir boku noksansız bildiği “allameler çağında” yaşadığımız için, bu günün insanına laf anlatmakta büyük güçlük çekiyoruz. İyisi mi bu hususu tarihimizden bir anekdot aktararak açıklayalım. Şimdi anlatacağım tarihi hatıratı geçenlerde bir televizyon kanalında Dr Mustafa Çalık anlattı. Mustafa Çalık, Türk Milliyetçiliği’nin hayatta olan en etkili ve saygın isimlerindendir ve ilaveten, İttihat ve Terakki uzmanlarından birisi, belki de birincisidir. Anlattığı şöyledir:
Muhalif Refik Halit, sürgüne!
1913 sonrası günlerden birisi. Demek ki iktidarı İttihat ve Terakki’nin tümüyle teslim aldığı yıllar. Hükümette tamamen İttihatçılar var ve kimsenin gözünün yaşına falan da bakacak durumda değiller. Ahmet Şükrü Bey, İttihat ve Terakki’nin has adamı, Milli Eğitim Bakanı’dır. (1926 senesinde M. Kemal Paşa’ya suikast girişimini planlayan ve perde arkasından sevk ve idare eden adamdır, nihayet aynı yıl idam edildi). O devirde İttihat Terakki’nin bir numaralı muhalifi, hatta düşmanı konumundaki yazarlardan birisi de, hiç kuşkusuz Refik Halit (Karay)’tir. Refik Halit Bey, İstanbul’da hem öğretmenlik yapmakta, hem de gazete yazıları yazmaktadır. Ve tabi yazılarının neredeyse tamamı mevcut hükümet aleyhindedir. Ve Milli Eğitim Bakanı Ahmet Şükrü Bey, nihayet dayanamaz ve Refik Halit’in tayinini Çorum’a çıkartır. Yani sürgün eder.
Ziya Gökalp’in ilginç ricası
Konu ertesi gün Ziya Gökalp’e bir şekilde intikal eder. Peki Ziya Gökalp kim? İttihat ve Terakki hareketinin fikir babası, akıl hocası ve partinin Merkez-i Umumi üyesi. Ziya Bey doğruca bakanlığa gelir ve Ahmet Şükrü Bey’i bulur. Hoş-beşten sonra, mevzu açılır. Ziya Gökalp, Milli Eğitim Bakanı’na şöyle der; “Ahmet Şükrü Bey, işittim ki Refik Halit Bey’i Çorum’a gönderiyormuşsunuz, rica etsem bu tayini durdurabilir misiniz?” Bakan bey hakikaten şaşırır, gözleri fal taşı gibi açılır, hayretler içinde lafa girer; “Aman Ziya Bey, bu adamın yazdıklarını görmüyor musunuz, bilmiyor musunuz?” der. Ziya Gökalp cevap verir; “biliyorum elbet, her gün okuyorum. Ama Türkçe’yi çok iyi kullanıyor, Türkçe’ye hizmet ediyor”. Ahmet Şükrü Bey araya girer tekrar; “iyi ya işte, gitsin Çorum’da hizmet etsin!”. Ziya Bey karşılık veriri; “Ahmet Şükrü Bey, Çorum taşradır, körelir bu adam oralarda. Bu sanat, edebiyat, gazetecilik, yazı, şiir vs. işi, Dersaadet’te olur”. Ve gerçekten de Refik Halit Bey’in sürgün kararı iptal edilir ve İstanbul’da kalır. Tabi kaldığı yerden yine İttihat Terakki aleyhine yazılar yazmaya devam eder.
Muhalefet hak değil mi?
İmdiii, gelelim mevzunun en can alıcı noktasına; Cumhuriyet Tarihi’nde Ziya Gökalp’in gösterdiği bu soylu davranışı realize edebilen kaç siyasetçi, bakan, başbakan tanıyorsunuz? Var mı hafızanızda böyle bir örnek. Büyük ihtimalle yok, en azından benim hafızamda yok. Ama Ziya Bey’in bu soylu davranışını şiar edinmek gerekmez mi? Her gazeteci hükümete yakın olmak zorunda mı? Her gazeteci siyasetçiye iltifat etmek zorunda mı? Padişahlara bile muhalefet edilebilmiş ise, şurada bir belediye başkanına, il başkanına, hükümetin bakanına muhalefet edilemez mi? İki laf söylenemez mi, sitem edilemez mi? Ne var bunda Allah aşkına?
İnsan olmaya geldim
Ve dahası; benim mensup olduğum partiyi eleştiren, benimsemeyen bir insanla ben arkadaş, dost olamaz mıyım? Yani biz bu dünyaya parti tutmaya mı geldik, bunun için mi yaratıldık? Herkes bu soruyu kendisi adına cevaplayabilir elbette, ama benim cevabım çok net; ben bu dünyaya partilerin ve ideolojilerin bayraktarlığını yapmak için gelmedim, Nimri Dede’nin o muhteşem şiirinde söylediği gibi, “İKİLİK KİRİNİ İÇİMDEN ATIP /ÖZDE BEN BİR İNSAN OLMAYA GELDİM! Benim için aslolan İNSAN’dır ve insanın dostluğu, kardeşliğidir. Partiler, ideolojiler gelir geçer, ama insan daimidir, bakidir ve esastır, hepsi bu kadar.
Ne kadar bilirsen bil , karşındakinin anladığı kadarsin.