İlk şiiri yayımlandığında, 1917 yılıdır ve Nazım henüz 15 yaşındadır, sevinçle dergiyi babası Hikmet Bey’e uzatıyor. Baba şiiri okuyor ve “bak Nazım, sana bir fıkra anlatayım” diyerek, şu fıkrayı anlatıyor;
“Nasrettin Hoca komşusundan borç para almış. Zamanı gelince ödeyecek. Ödeyememiş, alacaklı kadıya başvurmuş. Hoca’nın evine haciz memurları gelmiş, evde ne var, ne yok başlamışlar yazmaya. Kap-kacak, yorgan-döşek, ne varsa. ‘Başka bir şeyin var mı?’ diye sormuşlar Hoca’ya. Hoca cevaplamış; ‘Tamam, bu fakirin neyi varsa ortada, hepsini yazdınız.’ Tam o sırada ahırdan merkep anırmaz mı? Hacizciler; ‘Hoca, hani bu anıranı yazdırmadınız ya?’ diye çıkışınca, Hoca ahıra doğru boynunu uzatmış; ‘zırla eşek, senin adın da devlet defterine geçti!’
Devlet Defterindeki Nazım
Kuşkusuz Baba Hikmet Bey devlet sisteminin nasıl işlediğini iyi biliyordu, zira babası ve dedesi devletin yüksek mevkilerinde görev yapmışlardı. Ama yine de 15 yaşındaki bir çocuğun yazdığı bir şiiri “devlet defterine geçmek” olarak nitelendirmiş olmasını çok şaşırtıcı buluyorum, “bu kadar da olmaz” denilecek türdendir ve “tam isabet” diyebiliyorum. Herhalde Nazım’ın gençlik yıllarında Moskova’ya gitmiş olması, sosyalist dünya görüşüne meyletmesi, bu uğurda yazılar yazması, tavır alması, “devlet defterindeki” yerini daha da belirgin hale getirmiş olmalıdır, zira devlet, Rusya’da vücut bulan bu yeni siyasi cereyandan hiç hazzetmiyordu.
Irkçılığın yükseldiği zamanlar
1930’lu yıllar tarihe “ırkçılık çağı” olarak yazıldı ve hiç kuşkusuz bayraktarlığını Hitler Almanya’sı yaptı. 1919’da, Versay’da bir tren banliyösünde imzalanan Barış Antlaşmasını Almanlar, aşağılanma ve hakaret belgesi olarak yorumladılar ve birkaç yıl içinde yırtıp attılar! 1920’li yıllarda Avrupa kıtasında iki siyasi akım güç kazanıyordu; sosyalizm ve ırkçılık. 1929 dünya ekonomik buhranı da, bilhassa ırkçılık fikriyatının güçlenmesine ve siyasal bir akıma dönüşmesine zemin hazırlıyordu. 30’lu yılların ortalarına geldiğimizde tüm dünya yeni bir savaşın kapıda olduğunu ve Almanların önceki savaşın intikamını bu kez alacağını düşünüyordu, Ankara’da hükümet edenler de dahil!
Berlin’e göre pozisyon
Evet, 30’lu yılların ortalarında yeni savaşın ayak sesleri duyulmaya başlamıştı ve Türkiye’yi yöneten kadro, bu kez Almanların rövanşı alacağını düşünüyordu. Elbette harbe girip girmeyeceğimiz yahut gireceksek bile kimin yanında gireceğimiz henüz belli değildi, ama yine de Almanların “rövanşı alma” ihtimaline göre pozisyon almakta bir sakınca yoktu! O günlerde Hitler’e bağlı özel kuvvetler, solcu ve Yahudi asıllıları “potansiyel suçlu” olarak nitelendiriyorlar ve sudan sebeplerle sürekli tutukluyorlardı. Ve elbette bizimkiler de bu paralelde çalışmak durumundaydılar. Aha, işte orada bir tane var; hem solcu, hem de Yahudi asıllı; Nazım Hikmet! (Devam edecek).