Bu yazıya vesile olan olayı Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü anlattı, bizzat bu olayı yaşamış ve olduğu gibi, anlattığı gibi aktarıyorum; genç bir adamın babası, bir gün, Hakan Başkan’ın kapısını çalar. Selam sabahtan sonra mevzuya girer; “başkanım, benim oğlum bir kızla görüşüyor ama, kızın ailesi biraz soğuk davranıyor, kızı vermek istemiyorlar, siz devreye girerseniz hayırlısıyla bu iş olur” der. Peki der Hakan Başkan, madem ki hayırlı bir iştir, zor da olsa gidip görüşelim.
Birkaç gün içinde, kız evine Kepez Belediye reisinin ziyarete geleceği bilgisi iletilir, hediyeler paketlenir, pırıl pırıl elbiseler giyilir ve eve varılır. Hoş beşten ve hava durumu analizlerinden sonra, asıl mevzuya girilir. Hakan Başkan durumu lisan-ı münasiple kızın ailesine anlatır, bu işte hayır olduğuna inandığını söyler ve hasılı kelam; kız evi de münasip bulur, birkaç ay içerisinde de davullar vurulur, çeyizler sarılır ve evlilik tahakkuk eder.
Bu vak’adan tam iki sene sonra genel seçimler vardır ve her siyasi parti, doğal olarak, seçim çalışmaları yapmaktadır. Bu günlerde Hakan Başkan’ın yolu, kız istediği evin olduğu sokağa düşer. Çıkarlar eve, son derece sıcak bir karşılama, hoş muhabbet. Hakan Başkan, haliyle, bu seçimde kendi partisine oy ister. Adamın suratı birden düşer, ortamda hafif bir soğukluk hissedilir. Belli ki bu ailenin oy vereceği parti, Hakan Başkan’ın oy istediği parti değildir! Başkan dayanamaz ve söze cepheden girer; “yahu amcacım, daha üzerinden iki sene geçmedi, ben geldim, kızını istedim, sen hiç gönlün olmadığı halde benim hatırıma kızını o oğlana vermeyi kabul ettin. Yani evladını vermeye razı oldun da, bir oyu mu bana çok görüyorsun?” deyince adam, çevik bir hareketle oturuşunu düzeltir ve ciddi bir edayla şu cevabı verir; “sayın başkan, tamam da, oy işi başka bir şeydir!”
Ben hâlâ, günlerdir, ilk bakışta çok basit görünen, sıradan birkaç kelimeden ibaret gibi duran bu filozofik cümleye takılmış haldeyim ve bu cümleyi eşelemeye çalışıyorum; nedir bu “başka bir şey” diye imgelenen, soyutlanan, hatta kutsanan olgu? Yani neredeyse iki senede bir sandık kurulan bir ülkede, kızını verirken gösterilmeyen hassasiyet, oy verilirken niçin ziyadesiyle gösterilmektedir? Bu minvalde onlarca soru cümlesi geziniyor aklımda ve hâlâ münasip bir cevap verebilmiş değilim.
Galiba bu esrarengiz ifadeyi tanımlayabilmek için siyaset bilimi dışında bazı kavramlardan medet umacağız. Bu ülkede siyasi partilerin katıldığı ilk seçim 1909 senesinde yapıldı, yani tam 111 sene evvel. O günden bu güne, zaman zaman kesintiye uğramış olsa da, onlarca seçim yapıldı, hükümet indi, hükümet çıktı! Ama bildiğim o ki, bizim insanımız, bu “sandık” oyununu pek sevdi! Öyle sanıyorum ki, ülkemiz insanı meseleye basit bir hükümet değişikliği yahut siyasi parti tercihi gözüyle bakmıyor, bundan daha öte bir anlam yükleniyor bizde “oy verme” eylemine. Seçmen, oy verdiği, tercih ettiği siyasi parti ile kendisi arasında manevi bir bağ kuruyor. Yani bizdeki siyasi parti tanımı ve algısı, Batı’da yapılan siyasi parti tarifine asla uymuyor. Batı’da siyasi parti, “bir sosyal sınıfın çıkarlarını korumak ve gözetmek” için kuruluyor ve siyaset yapıyor. Ama bizde böyle değil, buralarda seçmen, oy verdiği siyasi partiye, bir anlamda, kendisinin ve ülkesinin namusunu teslim ediyor. Yani meseleye bu gözle bakıyor.
Yani bizde siyasi parti, sadece üyelerinin ve seçmeninin çıkarlarını korumak için kurulmuş bir yapı olarak değil; bütün ülkenin ve vatandaşların çıkarlarını, hayatını ve dahası, namusunu korumakla mükellef bir organizasyon olarak algılanıyor. Ve doğal olarak seçmen, namusunu en iyi koruyacağına inandığı partiye oy veriyor.
Hasıl-ı kelam, bizim buralarda oy işi hakikaten “başka bir şey” abiler, diyeceklerim bu kadar.