Ben Antalya’ya yeni geldiğim yıllarda, tam olarak 1994 sonbaharı, Kepez kocaman bir köydü. İnsanların Kepez’de oturduğunu söylemeye utandığı zamanlar… Ne gidecek bir park var, ne gezinti yapılacak bir yeşil alan. Yollar bakımsız, çoğu cadde çıkmaz sokak. O yıllarda belediye başkan adayları, “büyük köyü modern şehir yapmak için” aday olduklarını deklere ederlerdi sık sık. Örneğin CHP Adayı Abdi Yavuz’un 1999 seçimlerindeki sloganı böyleydi; “haydi, büyük köyü modern kent yapmaya!”. Demek ki 2000’li yıllara girerken bile Kepez için “büyük köy” tanımı yapılıyordu. Ama gerçekten de Kepez büyük bir köydü o yıllarda.
Peki 2018 yılında Kepez nasıl görünüyor ve bu fotoğrafta büyük hisse kime aittir? Elbette önceki belediye yönetimlerinin hiçbir şey yapmadığını söyleyemem, bu söylem haksızlık ve hadsizlik olur, ama Kepez son yirmi yılda büyük bir “devrim” geçirdi ise, burada büyük hisseyi Hakan Tütüncü’ye vermek zorundayız. Kepez bölgesinde büyük işler yapıldı, yollar açıldı, yüzlerce dönümlük yeşil alan şehre kazandırıldı, geniş parklar açıldı, kültür merkezleri, kongre salonları yapıldı vs. Uzun lafa gerek yok, Sadece Dokumapark kompleksi bile, ne demek istediğimi anlatmaya yeter. Dokumapark, sadece Kepez’de yaşayanlara hizmet etmiyor, şehrin tam bir oksijen ve temiz hava deposu. Üstelik genişleme ve yeni projeler yapmaya da çok uygun bir alan. Bildiğim kadarıyla şimdilerde Dokumapark alanına beş dönümlük bir narenciye bahçesi yapılıyor, Türkiye’nin sembol yapılarından müteşekkil bir gezi alanı oluşturuluyor.
Ama bana göre bu gün ve gelecek yıllarda gururla anılacak bir başka konu var ki, o da, Dokumapark alanı içinde faaliyete geçen Oyuncak Müzesi! Yanılmıyorsam on gün önceydi, bir grup hemşerimle beraber Oyuncak Müzesi’ni gezmeye karar verdik. Açılalı belki de üç ay olmuştu ama ben henüz görmemiştim. Açıkçası ve eğer görmeseydim, asla bu seviyede zengin bir müze ile karşılaşacağıma ihtimal vermezdim. Hele bir de müze gezisinde rehber Hakan Tütüncü olunca, olay apayrı bir lezzet kazandı.
Saat akşam yedi buçukta başlayan Oyuncak Müzesi gezisi bittiğinde saat on otuzu gösteriyordu, inanılmaz bir durum! Sanki on dakika gibi geçen üç saat! Sadece oyuncakları görmekle yetinmiyorsunuz elbette, oyuncakların elde edilme hikayeleri, Antalya’ya getirilme hikayeleri de ayrıca dinlemeye değer. Müzeyi gezerken Hakan Başkan’ın dikkat çektiği ve açıkçası beni de çok hüzünlendiren bir nokta da şu; oyuncakların tarihi, aynı zamanda insanlığın da tarihi. Ve oyuncak diyerek çok basite indirgediğimiz şey, aslında insanlık tarihinin hikayesi. Bir toplumun geldiği seviyeyi görmek istiyorsanız, o toplumdaki çocukların hangi oyuncaklarla büyüdüklerini görmeniz yeterli. Ve nitekim Oyuncak Müzesi’nde bunu pekala görebiliyorsunuz ve elbette kendi halkınız adına, ister istemez, hüzünleniyorsunuz.
Bir ara Hakan Başkan, “burada eksik olan nedir?” diye sordu, bilemedik, kendisi yanıtladı; “barbi bebek!”. Evet, müzede Barbi bebek yoktu. Çünkü artık biliyoruz ki Barbi bebek, aslında bir oyuncak değil, kapitalist kültürün kadın cinsine ilan ettiği savaşın çok etkili sembolüydü ve bu nedenle, yani oyuncak niteliği olmaması hasebiyle, müzede ona yer verilmemişti. Yani bu denli ince hassasiyetin gösterildiği muhteşem bir kültür müzesinden söz ediyorum burada, bilmem anlatabiliyor muyum.
Hülâsa, Dokumapark’taki Oyuncak Müzesi bütün ihtişamı, zerafeti ve nezaketi ile sizi bekliyor, size rehberlik edecek bilgili ve konuya hakim bir ekip her an yanı başınızda. Tekrar söylüyorum, yaşınız kaç olursa olsun, bu müzeyi görmeden ölürseniz, gözünüz açık gidersiniz, benden söylemesi...