Yıkılan Özel İdare binasının yerine Büyükşehir Belediyesi oralara yakışır güzellikte bir park imal etmiş ve adına da, Türkiye siyasetinin “haşarı çocuğu” Osman Yüksel Serdengeçti demeyi uygun bulmuşlar. Konu belediye meclisine gelmiş, görüşülmüş. Ama benim CHP’li kardeşlerim bu tekliften hoşlanmamışlar ve itiraz gerekçelerini de Serdengeçti’nin Atatürk’e hakaret eden bir kişi olduğu üzerine oturmuşlar. Şimdi CHP’li kardeşlerime ve Serdengeçti adına muhalif olan kişiler varsa onlara da, kısa bilgi notları iletmek isterim, başlıyorum.
Cephelerde tükenen nesiller
Önce mevzuya empati yaparak başlayalım, bir an için şöyle düşünün, diyelim ki 1920’li yıllarda ve Anadolu’nun bir köyünde dünyaya geldiniz. Dedeniz 93 Harbi’nde şehit düşmüş, amcanız Balkan Harbin’de yahut Cihan Harbinde. Babanız da katılmış elbet Cihan Harbine de, şehitlik nasip olmamış, gazi unvanıyla dönüp gelmiş köyüne. Ve elbette İstiklal Harbinde de iştirak etmiş, ama yine şehit olmayı başaramamış, köye geri dönmüş. İşte babanız köye döndükten birkaç yıl sonra da siz dünyaya gelmişsiniz. Sonra büyümüşsünüz, mekteplerde okumuşsunuz, zeki ve çalışkan bir çocuk olduğunuz için de, büyük şehirlerden birisinde okumaya hak kazanmışsınız, binmişsiniz trene ve varmışsınız büyük şehre…
Cephede var, sofrada yok
Ve kısa süre içinde şahit oluyorsunuz ki, dedeniz, amcanız ve babanız cephelerde yıllarını geçirirken, yolu belki de cepheye hiç düşmemiş bazı “açıkgözler”, yeni kurulan Cumhuriyet sofrasında başköşeye oturmuşlar ve sofraya başkaca da hiçbir kimseyi oturtmak istemiyorlar. Yaşınız da 20, 22, 24… Yani kanınız damarınızda fırtına gibi esiyor, doğal olarak bu büyük adaletsizliği kabul etmek istemiyorsunuz, şu halde ne yaparsınız?
Ve isyanı seçenler
Evet, Dil-Tarih talebesi Osman Yüksel de sizin gibi düşündü, isyan duygularına engel olamadı! Bu isyanını bir ideoloji ile “kamufle” etmesi gerekiyordu, peki ama hangisi? O dönem en popüler ideoloji aslında sosyalizm idi, nitekim 1930’lu ve 40’lı yıllarda pek çok sosyalist aydın, Türkiye’deki adil olmayan politikalara karşı muhalif bir tavır almaya başlamışlardı bile; Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Sabahattin Ali, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Zekeriya-Sabiha Sertel gibi aydınlar başı çekiyorlardı ve hepsi de uzun yıllar mahpushaneden çıkamadılar. Peki ama bizim Akseki’li delikanlı ne yapacaktı? Dindar ve muhafazakar bir ailenin çocuğu olarak asla sosyalizmi seçemezdi, şu halde dönemin diğer “popüler” ideolojisini giymek zorunda kaldı; Türkçülük.
Uslanmaz bir muhalif
Ve 1944 yılından başlayarak, herhalde ömrünün son gününe kadar, nerede kafasına yatmayan bir iş, bir uğraş, nerede memleketin hayrına olmadığına inandığı bir uygulama, nerede ülkeye zarar verdiğini düşündüğü bir politikacı varsa, her defasında “ölümüne” bir kavgaya tutuştu! CHP’nin hakim olduğu dönem 1950 seçimleriyle bitti, ama bizim Serdengeçti’nin haksızlıklarla kavgası hiç bitmedi. Adnan Menderes’e de, üstelik tek başına, meydan okudu ve dünyayı dar etti. Bu dönemde de sürekli cezaevinde misafir edildi. 1965 seçimlerinde Adalet Partisi’nden Antalya milletvekili oldu ve fakat “burada adaletin a’sı yok” diyerek ilk isyan bayrağını yine o açtı! Demirel’in, “Serdengeçti varken muhalefete ne hacet” dediği kayıtlardadır.
Uzun lafın kısası abiler, Serdengeçti’yi içinde yaşadığı koşullar bağlamında anlamaya çalışırsak mesele kalmıyor. Ve pekâlâ sağlığında değeri pek anlaşılamayan bu “adalet avcısının” isminin güzel bir parkta yaşatılması münasiptir, rahatsız olmaya gerek yok.