1970’li yılları kitaplardan tanırım, çok şükür ki o dönemde küçük bir ilkokul çocuğuydum, lakin 90’lı yılları çok iyi bilirim, bizzat ve fiilen içinde yaşadım. 90’lı yılların en hararetli döneminde, yani ilk yarısında, üniversite talebesiydim ve radikal sol gruplardan birisinin liderliğini yapıyordum. O günlerde Devletin gizli kayıtlarında, benim için, “aşırı solcu ve ilaveten Kürtçü” yazdığından hiç kuşku duymuyorum. Aslında “Kürtçü” falan da değildim, sadece insan ve sosyalist olmaktan gelen bazı hassasiyetler nedeniyle, o günlerde Kürtlerin yoğun olduğu şehirlerde ve köylerde yaşanan insanlık dışı uygulamalara kendi çapımızda tepki gösteriyorduk, hepsi bu.
70’ten 90’a uzanan “karanlık yol”
O lanet olası “Soğuk Savaş” ikliminde Türkiye, bazı uluslararası karanlık odakların emelleri doğrultusunda, bir yerlere sürükleniyordu ve bu şeytani amaca hizmet etmesi için, toplumda karşılığı olan, değer verilen, sevilen, sayılan bazı aktörler, siyasetçiler, sendikacılar ve akademisyenler, sırf bu nedenle katlediliyorlardı. Nihayet film 12 Eylül 1980 günü bitti, maksat hasıl oldu! Geride mahvolmuş bir gençlik ve kitap okumaktan bile korkan bir nesil kaldı. 1990’larda da Türkiye etnik (ve mezhep) temelli bir yarılmaya doğru sürüklendi, bu sürece, bilerek ya da bilmeyerek, başta “devlet” olmak üzere, hemen herkes hizmet etti, ettik. Ve artık geldiğimiz noktada, yani 2000’li yılların Türkiye’sinde, insanlar, isimlerinin başına etnik kimliğini koyarak konuşmaktan gurur duyar hale gelmiş bulunmaktadır, pek yazık.
Cinayet mutlaka çözülmeli
Siyasi tercihini bilmem ve açıkçası beni de hiç ilgilendirmez. Amma ve lakin, hain, şerefsiz ve korkak bir el tarafından gündüz vakti katledilmiştir ve bu tablo, bu ülkede yaşayan herkes açısından dehşet vericidir! Hiç kuşku yok ki Tahir Elçi suikastinin hepimizin yaşamına değen, etki eden sosyal ve siyasal sonuçları olacaktır. Kim yaptı, niye yaptı, asıl amaç nedir, kime mesaj verilmek istenmiştir vs. vs. bir sürü yazılıp çizilecek, konuşulacak yıllarca. Kimin yaptığı hiç kuşkusuz çok önemli. Katillerin ve azmettiricilerin kim olduğunu bulmak ve toplumu da bilgilendirmek devletin birinci elden görevidir.
“Olağan şüpheliler”
Lakin suikastten hemen sonra, daha ceset soğumadan, yazılıp çizilenleri okudukça, karamsarlığım bir kat daha arttı. Sebebi de şu; kim kime kızıyorsa yahut kim kime muhalifse, katilin o olduğunu söylüyor!! Kürt siyasi şefleri ve bazı sosyalist kalemler, ilk dakikada katili bulmuşlar bile; DEVLET! Toplumda bir başka kesim var, onlar da katili hemen görüp ilan etmişler; PKK! Bendeniz, böyle olaylarda peşin hükümlü davranmanın sadece katili ve arkasındaki azmettiricileri gizlemeye yaradığını düşünürüm ve bu nedenle de, fikir beyan etmemeye gayret ederim. Katil niçin pekâlâ CIA, MOSSAD ya da KGB olmasın? Niçin IŞİD olmasın? Niçin Avrupa merkezli bir gizli örgüt olmasın? Niçin İran olmasın? Olamaz mı? Tarihimizde hiç örneği yok mu?
Kurbandır, yazıktır, cinayettir
Tekrar Tahir Elçi’ye dönüyorum; televizyonlarda gördüğüm kadarıyla temiz bir yüzü vardı, şov, şamata peşinde değildi. İçinde yaşadığımız sorunları kendi zaviyesinden anlatmaya, çözümler üretmeye ve üstüne düşeni yapmaya çalışıyordu. Varsa “bağışlanmaz ve büyük suçu”, tarihin bu sıkışık döneminde ve dünyayı yöneten ne kadar “şeytan” varsa hepsinin cirit attığı bu kaotik coğrafyada, doğmuş ve rol almış olmasıdır. Allah rahmet eylesin ve yakınlarına, evlatlarına Hz. Eyüp sabrı versin.
Sn Başkan'ım elinize, yüreğinize ve kaleminize sağlık . Basın daima tarafsız olması Lazım. Sizin yazılarınızdaki O tarafsızlık için ayrıca teşekkür ederim saygılarımla.