Ve büyük kırılma başlıyor
Ama ne olduysa ondan sonra oldu. 1968 yılında Paris’te yaşanan öğrenci olayları kısa sürede Türkiye’de de karşılık buldu ve siyasetin farklı bir kanaldan hareketlenmesine sebep oldu. TİP içinde faaliyet gösteren bazı gençlik önderleri, birden bire ve her ne hikmetse, TİP’i “revizyonist” olmakla, burjuvazinin legalite tuzağına düşmekle suçladılar ve hızla partiden ayrılmaya ve TİP’in siyasi çalışmalarını sabote etmeye başladılar. Ayrışmaya siyasi kılıf olması açısından bazı kavramlar “icat” ettiler, MDD (Milli Demokratik Devrim) tezi bunlardan birisidir ve çok fazla taraftar bulduğu kesindir. MDD, özetle, Kemalist Devrim’in tamamlanmadığı ve bu aşamada Türkiye’nin gündeminde sosyalizm olamayacağı tezini seslendiriyordu.
Türkiye sömürge mi?
60’lı yılların sonlarına doğru gençlik hareketlerinin ivme kazandığını ve fakat TİP’in itibardan düştüğünü görüyoruz. Türkiye hızla 12 Mart 1971 Darbesine doğru sürüklenirken, siyaseten hiçbir tecrübesi olmayan, dünya siyasi tarihinden bihaber, hatta Türkiye tarihini bile doğru dürüst okumamış genç aktörler, siyaseten öne fırlıyorlar, insiyatif alıyorlar ve gündem belirliyorlardı. Örneğin Türkiye’yi “Batı’nın sömürgesi” olarak tanımlıyorlardı ve bu tez realiteden ve bilimsellikten tamamen uzaktı. “Sömürge” tezi, sosyalist sol’a Üçüncü Dünya ülkelerinden intikal etmiş bir kavramdan ibaretti. Emperyalist Batı tarafından açık işgale uğramış ülkelerdeki devrimci liderlerin öfkeli ve duygusal tezleri, hiç sorgudan geçmeden, bizim ülkemizin sol’u tarafından benimseniyor ve Türkiye’nin de “sömürge” olduğu üzerine kitaplar yazılıyor, eylemler yapılıyor ve silahlı mücadele birlikleri kuruluyordu. Oysa Türkiye, tarihin hiçbir döneminde tam bir sömürge olmadığı gibi, bu yıllarda bağımsız ve özgür bir dönem yaşıyordu, gerçek olan budur. Ama tuhaf bir şekilde “görünmez” bir el, Kemalist-Sol gençlik örgütlerini maceracı bir yola doğru itiyordu ve Latin Amerika’lı devrimcileri ve Çin devrimi önderlerini rol-model olarak önlerine koyuyordu. Sol gençlik süratle radikalizmin girdabına kapılıyordu ve “bir yerlere” savruluyordu.
Ve “zor yıllar”
12 Mart 1971 gecesi ABD-İsrail kontrolünde bir askeri muhtıra verildi, Demirel Hükümeti istifa ettirildi ve yeni bir döneme girildi. Süratle tutuklamalar başladı; sol-kemalist aydınlar ve devrimciler bir gecede toplandılar ve sorgudan, işkencelerden geçirildiler. Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya ve Mahir Çayan gibi genç devrimcilerin infazı bu süreçtedir. Ama yine de 12 Mart darbesi sanılandan daha kolay atlatıldı, örgütler yeniden sahneye çıktı. Sosyalist Sol’u temsil eden iki güçlü yapı vardı bu dönemde, merkez komitesi yurt dışında olan TKP (Türkiye Komünist Partisi) ve Mahir Çayan’ın devamı iddiasındaki Devrimci Yol. DİSK bir şekilde mevcudiyetini ve gücünü koruyordu, ama sahnede 60’lı yıllara damgasını vuran TİP (Türkiye İşçi Partisi) yoktu!
77 seçimleri; sol’un sonu
1977 yılında Taksim Meydanı’nda yapılan 1 Mayıs kutlamalarında, genel seçimlerden bir ay önce, tam bir katliam yaşandı, onlarca işçi ve gösterici yaşamını yitirdi. Ve bir ay sonra yapılan seçimde de, 5 Haziran 1977, tekmil sol CHP’ye yüklendi ve CHP, tarihinin en büyük başarısını elde etti; %42’ye yakın oy aldı! Dönemin kaotik ve karanlık ikliminden tedirgin olan sol kitleler, can havliyle kendi mevzilerini terk ettiler ve CHP şemsiyesi altına sığındılar. Türkiye Oligarşisi’nin bu süreçte en büyük başarısı, Türk Solu’nun büyük kesimini CHP’ye angaje etmek suretiyle emek mücadelesini bitirmek ve sol’u, CHP eliyle devlete bağlamak oldu. CHP’ye şu veya bu nedenle dahil olmayan gruplar da, zaman içinde mezhepçi ve etnik bir yolu tercih edecekler, evrensel sol iddialardan uzaklaşacaklarve büyük oranda marjinalleşeceklerdi. (Devam edecek).