1970’li yılların tozu-dumanı arasında, gözlerden uzak bir yerde, yıllar sonra Türkiye’nin kaderini esastan belirleyecek yeni iki “şeyin” tohumları filizleniyordu; mezhepçilik ve Kürt milliyetçiliği! Aslında Kürt milliyetçiliğinin tohumları 60’lı yıllarda atılmıştı ve 67-69 arası düzenlenen “Doğu Mitingleri” bu sürecin ilanı oldu. Sosyolog İsmail Beşikçi de böyle düşünüyordu ve Doğu Mitingleri’nin Kürtlerin milli uyanışındaki yerinin çok yüksekte olduğunu vurguluyordu. Öte yandan, köylerinden büyük şehirlere okumaya gelen Alevi gençler, geleneksel kültürlerini ve inançlarını, girdikleri yeni siyasi ortamlara da taşıyorlar ve kendi aralarında doğal bir popülasyon oluşturuyorlardı. Bunu zamanla büyük şehirlere yapılan göçler de tetikledi ve giderek kentli sosyalist gelenek, yerini, “köylü” ve belki de “kasabalı” bir geleneğe terk etmeye başladı. Evet, elbette bu iki kavram “sosyalizm” fikriyatının baskın olduğu zamanlarda fazla göze çarpmıyordu, ama yıllar sonra Türkiye sosyolojisinin “baş çelişkisi” konumuna terfi edecekti.
Devlet eliyle örgüt büyütme
12 Eylül Darbesi Türkiye’nin üzerinden bir silindir gibi geçti! Sağcı-solcu ayırmadan, suçlu-suçsuz demeden, elli milyonluk bir ülkeyi resmen terörize etti. Elbette sol-sosyalist partiler ve örgütler bu süreçte en büyük darbeyi yediler, tarumar oldular. Ama bu kapsamlı ve sistematik terör ortamından güçlenerek çıkan da PKK oldu. PKK’nin güçlenmesine en büyük katkıyı, hiç kuşkusuz, 12 Eylülcüler koydu. Darbeyi izleyen günlerde ve Diyarbakır Cezaevi’nde öylesine kapsamlı, öylesine insanlık dışı ve öylesine akıl almaz bir işkence süreci realize ettiler ki, sanki içeride ve dışarıda olan bütün Kürtleri PKK’nin kollarına itmek istiyorlardı. Nitekim 12 Eylül bu noktada da “çok başarılı” oldu, gerçekten de kısa süre içinde Kürt vatandaşlarımızın PKK’ye madden ve manen bağlanması süreci derinlik kazandı.
Yeni dönemin kodları
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, 1989 yılında Sovyetler Birliği, sosyalizm programından vazgeçtiğini ilan ediverdi! Gerçekten de hiç kimse böyle bir şey beklemiyordu, başta sosyalistler olmak üzere, bütün dünya şoktaydı! Sovyet Rusya’nın bu kararı, hiç kuşku yok ki, ömrünü sosyalizm davasına vakfetmiş, bu uğurda nice bedeller ödemiş insanlar açısından son derece travmatik bir etki yaratmıştı. Ama madem ki tarih böyle tezahür etmiş, hükmünü böyle vermişti, o halde yeni kavramlar bulmak, yeni yollar aramak ve yeni umutlar icat etmek gerekiyordu. Ve 90’lı yılların ilk günlerinden itibaren Türkiye Solu’nun iki yol seçtiğini görüyoruz; kavmiyatçılık ve mezhepçilik, yani Kürt-çü-lük ve Alevi-ci-lik! Zaten sosyolojik zemin çoktan hazırdı, yol bulmakta zorluk çekilmedi. (Devam edecek).