Osmanlı’nın tarih sahnesinden silinmesi kararı 19. Asrın ortalarında kararlaştırıldı. Karar alıcılar, tahmin ettiğiniz gibi, Avrupa’nın güçlü kapitalist ülkeleriydi. Hangi toprakların kime verileceğine kadar her şeyi konuştular ve uygulamaya geçildi. Tez vakitte sonuç alacaklarını düşünüyorlardı, ve fakat lakin, 1876 yılında Osmanlı tahtına çıkan “tuhaf, evhamlı ve çok zeki” bir adam, büyük devletlerin bütün planlarını zora sokacaktı. Sultan Abdülhamit, sezgileri ve parlak zekası sayesinde İmparatorluğun yıkılışını 30-40 yıl geciktirecek ve daha da önemlisi, sergilediği muazzam eğitim seferberliği sayesinde cesur, bilgili ve yurtsever bir yeni neslin doğumuna sebep olacaktı.
Dindar Sultan, seküler nesil!
Kıyaslamak için değil, olayın büyüklüğünü farkettirmek için söylüyorum; 1878-1909 tarihleri arasında (31 yıl) açılan okul sayısı, 1923-1980 yılları arasında açılan okul sayısından az değildir. Sultan Hamit, büyük devletlerle başetmenin tek yolunun eğitimli, donanımlı ve bilgili bir nesil yetiştirmekten geçtiğini düşünüyordu ve bütün gücünü buraya verdi. Ve işte Cihan Harbine ve Milli Mücadele’ye önderlik edecek olan o muhteşem nesil, Sultan Hamit’in açtığı okullarda yetişti. İçlerinde öyleleri vardı ki, tarihin akışını değiştirdiler; Enver Paşa, M. Kemal Paşa, Karabekir Paşa, İsmet Paşa… Sadece askerler değil kuşkusuz, Talat Bey, Celal Bey, (Bayar) Doktor Nazım, Cavit Bey (Maliye Nazırı), Halide Edip, Ömer Seyfettin, Mehmet Akif vd. Ve çok ilginçtir; dindar-muhafazakar bir padişahın yönettiği ülkede yetişen bu “yeni nesil”, tam aksine, Batıcı, pozitivist ve seküler dünya görüşüne daha yakın duruyordu.
Ortak slogan; Özgürlük!
Ve bu yeni neslin herhalde hemfikir olduğu bir nokta vardı, o da, devletin başında bir “diktatörün” olduğu! Ah bu “kızıl diktatör” bir indirilseydi o koltuktan, her şey güllük gülistanlık olacaktı, Osmanlı toprağı baştan başa özgürleşecekti, kardeş kavgası son bulacaktı, iç isyanlar sona erecekti, Anayasa ilan edilecekti, meclis açılacaktı ve tüm bunlar olunca da, ne dert kalacaktı ne gasavet. Yeni neslin neredeyse tamamı, Türkçüsünden İslamcısına, Osmanlıcısından İttihatçısına kadar istisnasız tamamı, bu noktada hemfikirdi.
Maksat hasıl oldu (mu)?
Ve nihayet bu yeni nesil 1908 yılının yaz aylarında muradına erdi, Sultan Abdülhamit, taleplere ve baskılara daha fazla direnemedi ve Meşrutiyet’i kabul ettiğini ilan etti. İddia ederim ki 1908 yılının yaz aylarında yeryüzünün en mutlu insanları Osmanlı topraklarında yaşayan okur-yazar gençler; yani tıbbiye, askeri okul ve üniversite talebeleriydi. Ve bu neslin yaş ortalaması 28-30 aralığına tekabül ediyordu. Akabinde, 1909 yılının Nisan ayında, Sultan’ı tahttan indirdiler ve sürgüne gönderdiler. Artık yeni neslin önündeki “en büyük engel” kalkmıştı, özgür, barışık ve güçlü bir ülke için hiçbir engel kalmamıştı!
Son sözü tarih söyler
Başlangıçta içler fena da gitmedi aslında. Ama adına “tarih” dediğimiz o büyük çark, sabırla dönüyordu ve bütün ağırlığı ile bu toprakların üstüne çökmeye hazırlanıyordu. Önce Balkan Harbi patladı ve Balkan coğrafyasındaki bütün şehirler elimizden çıkıp gitti. Neredeyse Edirne bile gidiyordu da, son dakikada Enver Paşa’nın cesur tutumu sayesinde geri alabildik.
Ve sonra Cihan Harbi çöktü üstümüze. Bir kabus gibi, kapkara… Sultan Hamit’in bir çiçek gibi sabırla büyüttüğü o güzel nesil, Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Yemen’de ve Suriye çöllerinde kaybolup gitti. Bu büyük yangından sağ çıkanların bir kısmı sonraki yıllarda hatıratını yazdı elbette, okuduk, duygulandık, ağladık. Ve bu kez hepsinin ortak fikri, Sultan Abdülhamit’e gösterdikleri o yoğun tepkinin ne denli yersiz, abartılı ve haksız olduğu yolunda idi. Ama olan olmuş, tarih geriye dönüşü olmayacak şekilde hükmünü vermişti.