Dünyanın ve ülkemizin de son dönemde mücadele ettiği Covid-19 salgını nedeniyle, tarihi, turistik ve mesire alanları salgının yayılımını önlemek amacıyla son birkaç aydır kapalı.
Bu hafta çarşamba günü Antalya’nın ilçesi olan Manavgat’daydım. Biraz dolaşıp fotoğraf çekmek istedim, kendi kendime Manavgat Şelalesi’ne doğru gideyim kapalıdır ama çevresinden bile olsa birkaç kare yakalarım belki diye gittim. Baktım kapıda güvenlik görevlileri var, yanlarına gidip şelalenin çevresinde dolaşıp birkaç kare fotoğraf çekebilir miyim yasak değilse diye sordum. ”Giriş serbest girebilirsiniz” diye cevap verince, bir çocuğun uzun süredir istediği oyuncağa kavuşması gibi mutlu bir halde Manavgat Şelalesi'ne koştum, dünyalar benim olmuştu.
Suyun şavlanlı akışı da giriş kapısından duyuluyordu, yaklaştıkça yoğun bir serinlik beni şehrin yoğun sıcağından sonra sarıp sarmalamıştı. Geçen yıl aynı tarihte bir insana çarpmadan yürüyemediğim şelale kendisi ile baş başa kalmış ve su kendi senfonisini yaratmıştı adeta. Suyun berraklığına ve şavıltısına bir de ağaçlar ve kuşlar eşlik ediyordu bir de karşı kıyıdaki çocukların suda oynarken çıkardığı çığlıkları. Muhteşem bir huzur ve dinginlik beni alıp götürürken karşı kıyıda suyla oynayan çocukları, o umursamaz çığlıklarını, birbirleriyle ve suyla oynadıkları oyunlarından gözlerimi alamadım çocuklar her yere ve her şeye en çok yakışan ve hayatta katanlar diye geçirdim içimden. İnsanlar doğadan elini ayağını çekince ne muhteşem bir dinginlik oluşuyormuş meğer, doğa kendini nasıl da yeniliyormuş kendiyle baş başa kalınca, ne kadar da kendi oluyormuş.
Bu huzurdan hiç ayrılmak istemesem de uzun uzun akıp giden suyu gözlerime doldurdum, kuş seslerini, o mutlu çocuk çığlıklarını kulağıma doldurdum ve bolca fotoğraf çekerek insansız şelaleden istemeye istemeye ayrılıp şehrin ve hayatın gürültüsüne katıldım.
Önümüzdeki günlerde sanırım her yer yine bizlere açılacak. Salgın ise bitmiş değil. Önlemi elden bırakmadan bu salgın hayatımızın bir parçasıymış gibi yaşamayı öğrenmeliyiz hep birlikte.