“Uğur Mumcu 24 Ocak 1993'te Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konulan bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitirdi…” diye haber geçmişti ajans. Ankara’nın soğuğu gibi olmasa da soğuk bir gündü, köyde sobanın başında ısınmaya çalışıyordum, günlerden pazardı.
İlk haberi duyduğum, o beyaz kar örtüsünü, parçalanmış arabayı ve az ötede üzeri örtüyle kapatılmış Ugur Mumcu’nun örtü altındaki cansız bedenini, etlerim sanki kemiklerimden ayrılırmışçasına acıyı ve o kalbim ağzımdan çıkacakmış gibi boğazıma yükselen öfkeyi anlatabilmem imkansız.
Şimdi bile imgemden gitmeyen savaş yıkıntısı gibi bir kare. İçimdeki duygu da, bir savaş yıkıntısının altında kalmışım duygusuydu sanırım.
Babam “eyvah bu ülkede ülkeden yana kimseyi bırakmayacaklar“ diye ellerini dizlerine vurmuş, yüzü ala mora boyanmıştı. O zamanlar lise öğrencisiydim, ülke sorunlarına duyarlı, ülkemizde, dünyada, insana yapılmış her şeyi kendimize yapılmış hisseden bir avuç çocuktuk bizler de. Bize yapılmıştı evet hedef bizdik. Gözdağıydı, bize hepimize, araştırmaya, bilgiye ulaşmaya, sorunlara sahip çıkmaya, ülkenden yana, insanından yana olmaya karşı verilmiş bir gözdağıydı bu. Öldürülen Uğur Mumcu ya da bugüne kadar katledilenler değildi bizlerdik, ülke sorunlarına duyarlı, geleceğine ülkesine, insanına sahip çıkacak olan bizler, çocuklardı, gençlerdi, halkımızdı katledilen.
Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993'te Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konan C-4 tipi plastik bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitirdi. Suikastın hemen ardından olay yerinde inceleme yapan uzmanların hiçbir delil bulamadığı, patlamayla etrafa dağılan ve cımbızla toplanması gereken delillerin ise süpürgeyle süpürüldüğü iddia edilmiştir.
Bu ülkenin nice yüzü aydınlığa dönük aydını gibi Uğur Mumcu da süpürgeyle süpürülmüştü karlar üstünden.
Ölümünün 27'inci yılında saygıyla ve özlemle anıyorum.