Günümüzde insanımızın karşılaştığı ve ihtilaf konusu olan konuların başında bankalarda kullanılan krediler ve kredi borçları ön plana çıkmaktadır.
Bu ihtilaflar arasında bankalar ile kredi kullananlar arasındaki icra takip ve geri ödemelerinde borcun muaccel hale gelip gelmediği ve temerrüd durumu başta gelmektedir. Oldukça önemli olan bu konuda yorum kargaşası yaşanmakta denilse haksız da sayılmaz. Tüketicimiz, insanımız çoğu zaman borcun muaccel hale gelmediğini ve talep edilen faiz miktarının yüksekliğinden yakınmakta, banka ise kredi kullananın temerrüd durumuna düştüğünden temerrüd faizi talep etmesinin haklı olduğunu ileri sürmektedir.
Bundan dolayıdır ki bir çok ihtilaflı konu mahkemelere taşınmaktadır. Bu yorum farkları, hatalı değerlendirme ve uygulamalar mahkemelerin iş yükünü olumsuz yönde etkilemektedir.
Konunun aydınlatılması açısından muacceliyet ile temerrüd kavramlarına biraz değinmekte fayda var.
Borçlar Kanunun 90 ncı maddesi, “İfa zamanı taraflarca kararlaştırılmadıkça her borç, doğumu anında muaccel olur.”
117 nci maddesi ise, “Muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer” hükümlerini içermektedir.
Uygulamada ise bazı bankaların temerrüd durumu oluşup oluşmadığına bakmaksızın kredi sözleşmelerine koymuş oldukları muacceliyet tarihinden itibaren temerrüd faizi istedikleri ve uyguladıkları görülmektedir. Bu ise kredi kullanan ve kefilleri açısından borç yükünün daha da arttırılmasına neden olmaktadır. Kanunun maddelerinden de açıkça anlaşılacağı üzere muaccelliyet ile temerrüd duruma aynı kavramlar değildir. Yani borcun muaccel hale gelmesi borçlunun temerrüdü anlamına gelmemektedir. Temerrüd ancak ihtar ile oluşacağı kanunda açıkça yazılmıştır.
Bunun kredi kullanan açısından kredi borcunu arttırmasının nedeni, ihtarname ile temerrüde düşürülmesi gerekirken, ihtarın geciktirilip yada ihtar gönderilmeyerek muacceliyet tarihinden itibaren temerrüt faizi uygulanması, bu suretle de muacceliyet durumundan haberi olmayan kredi kullanan ve kefillerin, kredi faizi yerine, kredi faiz oranının%50 fazlası nispetinde temerrüt faizi ödeme sorumluluğu ile karşı karşıya gelmesidir.
Bazı banka sözleşmelerinde de, “Müşteri ve Kefilin/Kefillerin temerrüde düşmesi halinde, alacağın muaccel olduğu tarihten itibaren aşağıda belirtilen oranda temerrüt faizi ödemeyi kabul ve taahhüt ederler” ifadesiyle, temerrüt ve muacceliyet kavramlarına aynı anlam yüklenerek hakkaniyet ve dürüstlük kuralı ile bağdaşmayan hükümler yer almaktadır.
Bu hususlar 6098 sayılı Borçlar Yasasının 21 nci maddesinde düzenlenen genel işlem şartlarına aykırılık teşkil etmektedir.
Hesap kat işlemi ile muaccel hale getirilen banka alacağı için yapılacak ihtarın veya ihbarın, kredi müşterisinin tacir olması halinde, TTK’nun 20/3 maddesinin emredici hükmü doğrultusunda, anılan maddede belirtilen yön temlerden biriyle; noter aracılığıyla veya taahhütlü mektupla, ya da telgrafla yapılması zorunludur. Kredi lehdarının tacir olmaması halinde (tüketici kredisi gibi) ihtar herhangi bir şekil şartına bağlı kılınmamıştır.
Temerrüd durumu ile ilgili olarak;
Taksitli bir kredide, sözleşmeye “taksitlerden birinin vadesinde ödenmemesi halinde kalan borcun tamamının muaccel hale geleceği ve borç bakiyesine muacceliyet tarihinden itibaren temerrüt faizi uygulanacağı” hükmünün açık biçimde derci halinde bu hükme geçerlilik tanınabilir. Böyle bir uygulamada, ihtarname ile mütemerrit duruma düşürülmeyen kefillerin ancak kefil sıfatıyla imzaladıkları sözleşme limitiyle sınırlı sorumlu olacaklarının ve BK’nun süreli ve süresiz kefaleti düzenleyen 599-601 md hükümlerinin gözardı edilmemesi gerekecektir.
Cari hesap şeklinde çalışan bir kredide, cari hesap faizlerinden birinin ödenmemesi halinde borcun tamamının muaccel hale geleceği ve ihbarsız temerrüt faizi uygulanacağı içerikli bir sözleşme hükmü, Yasanın amir hükmü (BK md117) ve dürüstlük kuralı (MK md2) nedeniyle geçerlilik taşımayacaktır.
Muacceliyet ve temerrüd kavramlarının farklı yorumlanması ve farklı uygulamalar kredi kullanan kişi açısından kendisine haksızlık edildiği, banka tarafından kandırıldığı hatta dolandırıldığı hissine kapılmasına neden olmaktadır. Bu iki kavramın çok daha açık ve çok daha kesin kurallara bağlanması gerektiği kanaatindeyim.