Dil; konuşabilen herkes için bir iletişim aracı, bir anlaşma yolu, bir ifade hali, adeta bir sözleşme kâğıdı olmuştur. Dilin gelişimi veya gerilemesi de onu kullanma ve kullanmama durumuna bağlı kalmıştır. Dilin varlığı ve gücü onu kullananlara bağlı olarak gelişme göstermiştir. Dil konuşuldukça varlığını korumuştur. Dilin yok oluşu ve zayıflığı ise haliyle onu kullanmayanlara bağlı olarak gerileme göstermiştir. Yani dil konuşulmadıkça, varlığını kaybetmekle (ne yazık ki) karşı karşıya kalmıştır.
Dilin birçok mahiyetinden, olumlu yanından bahsetmek de mümkündür. Dil yerine göre düşüncenin anlam kazandığı yapı, duygunun kaynaktan çıkıp alıcıya ulaştığı an, bir insanın bir insana derdini anlattığı fırsat, bir arada yaşamanın koşulu, özlemleri dindirmenin sesi, yerine göre ise kişiler arası muhatabın kanalıdır. Dile ve dilin varlığına dair birçok tanım yapılabilir, sayısız vasıf yüklenebilir veya çok sayıda sıfat uygun görülebilir. Buna benzer tasvirlere dil her zaman açık bir varlık olarak varlığını dürdürmüştür.
Dil, uçsuz bucaksız bir umman gibidir denilebilir. Gördüklerimizi, önümüzde duranları ya da karşımıza çıkanları dil sayesinde resmedebiliriz. Zaten, “dilin işlevi dünyayı betimlemektedir” (Altuğ, 2006: 88). Dünya dil ile anlaşılır bir gezegen, bir yaşama alanı olur. Bu yüzden dünya ve içindekiler dil ile uyumluluk içerisindedir iddiası öne sürülebilir. Mantık perspektifinde baktığımızda, “dilin mantığı, dünyanın mantığını gösterir” (Altuğ, 2006: 102). Başka bir deyişle söylemek gerekirse, dilin olanakları, dünyanın imkânlarına karşılık gelir. Bu bağlamda dilin sınırları eşittir dünyanın sınırları söylenilebilir. Ancak, “yansıması dilde bulunan şeyi, dil ortaya koyamaz.” (Altuğ, 2006: 103). Dil, kendinde olanı değil, dünyadakileri bize söyler. Dilin kendinden olmayanlarla problemi vardır. Dil bu yüzden dünyayla doğrudan irtibatlıdır.
Dolayısıyla dil, dünyadan ve özellikle onunla haşır neşir olan insandan kopuk değildir. Dünyada olup bitenleri dil aracılığıyla kavrayabiliriz. Dünya algımızı, dünya şablonumuzu dil ile sağlarız. Dil olduğu için duygu ve düşüncelerimizi başkalarına rahat bir şekilde aktarabiliriz. Dil var diye beynimizden geçenleri anlayabilir ve kalbe dokunanları cümle halinde ve anlaşılır bir biçimde anlamlandırabiliriz. Öte yandan dilin seyrek kullanımında veya yokluğunda ise dünyaya ve kendimize dair yorumlarımız da az olacaktır. İşte dil ne kadar kapsamlı ve geniş bir varlıktaysa, bizim dünyaya dair betimlemelerimiz de o kadar fazla olacaktır.
Sonuç olarak, dil onu konuşabilen herkes için bir gereklilik konumda bulunduğu, dil varlığının dünyayla veya insanlarla paralel bir şekilde gelişim gösterdiği veya gerilemeye maruz kaldığı, her durumda dilin hem kendisiyle hem de dünyayla münasebetine devam ettiği söylenilebilir.