Doğadan, doğal çevreden günbegün uzaklaşıyoruz. Topraktan uzak kaldıkça yapay varlıklara, yapmacık yüzlere dönüşüyoruz. Toprağa sırtımızı döndükçe dört duvar arasına daha da hapsoluyoruz. Kendi ellerimizle dış dünyayla bağlantı ve bağımızı koparıyoruz. Kötü niyetlerimizle içimizdeki iyilikleri bir bir öldürüyoruz.
Ve her şeyden önce merak duygumuzu yitirmek için çabalıyoruz. Sözgelimi etrafımızda meydana gelen olayları merak etmiyoruz. Avlumuzda aç kedilere mama vermek için harekete geçmiyoruz. Bir çiçeği usulca sulamak için kalbimizi harekete geçirmiyoruz.
Varsa yoksa tembelliğimize laf gelmesin diye uğraşıyoruz. Monotonluğumuz devam etsin istiyoruz. Çünkü işimize böyle geliyor. Etliye sütlüye karışmadan bir ömür tüketmek istiyoruz. Yılanlar ve yalanlar bize dokunmasın diye azami dikkat ediyoruz. Keyfimiz olsun da var olsun dünya cayır cayır yansın kafasında oluyoruz.
Tüm bunların sonucunda git gide robotlara benziyoruz. İnce ve hassas kalplerimiz taş gibi sertleşiyor, duyarlılığa ayarlı vicdanlarımız kendi görevini ifa etme konusundan her geçen gün uzaklaşıyor. Hakikati görmeye açık gözlerimiz de bu olumsuzluklardan nasibini alıyor. Bir adım ötemizi göremiyoruz. İlk çukurda yuvarlanıyoruz. İlk barajda takılıyoruz. Yarışmalarda ilk soruda eleniyoruz.
Bütünlüğümüzle kabuğumuza çekildiğimiz için güçten düşüyor, karar vermede sıkıntılar yaşıyor ve gerçekleri yaşamada sınıfta kalıyoruz. Komut üzerine kendimizi dikte ediyoruz ve robotları andıran hareketlerimizin cezalarını farkında olsak da olmasak da her an çekiyoruz.